Yazı dizimizin dördüncü bölümünde elden geldiği kadarıyla su üstüne çıkan çarpıklıklar üzerinden Uğur Mumcu suikastının nasıl ve kim tarafından karanlıktan bırakıldığı sorusunun cevabını vermeye çalışacağız.

Baki Tuğ, Mumcu’nun Apo ile ilgili topladığı bilgi ve belgelerin çok önemli olduğunu hatırlatmış, kendisine “dikkatli ol” demişti. Mumcu’nun elindeki PKK Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile ilgili önemli belgelerin olduğunu söyleyen sadece Baki Tuğ değildi. Türk siyasetinin deneyimli isimlerinden İsmet Sezgin de aynı görüşteydi.

SORUŞTURMA SAVCISININ SIR ÖLÜMÜ!

Uğur Mumcu cinayetini soruşturmakla görevlendirilen ilk savcı, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcılarından Ülkü Coşkun’du. Ancak dosyanın Ülkü Coşkun’a verilmesinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen, cinayetin aydınlatılmasına yönelik hiçbir olumlu gelişme olmamıştı.

Bu nedenle Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu, “Cinayetin aydınlatılmasında herhangi bir gelişme olmadığı ve soruşturmanın savsaklandığı” gerekçesiyle, aynı zamanda Kıdemli Binbaşı olan Ülkü Coşkun’u Milli Savunma Bakanlığına şikâyet etti.

Ne var ki bu şikayetten bir sonuç çıkmayacaktı. Zira Milli Savunma Bakanlığı, soruşturma savcısı Ülkü Coşkun’un kusuru bulunmadığına karar vererek, disiplin cezasına gerek olmadığı sonucuna hükmetti.

Ancak Mumcu ailesi, olayın peşini bırakmadı. Milli Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne de dava açtılar. Sonuç yine değişmemişti. Ne var ki 1994 yılının sonlarına gelindiğinde beklenmedik bir şey oldu. Savcı Ülkü Coşkun, DGM yedek hâkimliğine atanarak soruşturmadan el çektirildi.

Şüphesiz Güldal Mumcu’yu “Soruşturmanın savsaklandığı” kanısına götüren önemli nedenler vardı. Bunlardan biri; suikasttan tam 20 gün sonra evine gelerek bilgisine başvuran DGM savcısı Ülkü Coşkun’un “Üstüme gelmeyin Güldal Hanım, bu işi devlet yapmıştır. Siyasi iktidar isterse çözülür” demesi olmuştu.

“DEVLET İSTERSE BU İŞ ÇÖZÜLÜR”

Coşkun; “Bu konuştuklarımız basına yansırsa yalanlarım” demeyi de ihmal etmemişti. Nitekim Ülkü Coşkun dediğini de yapacaktı. Olaydan tam 19 yıl sonra Hürriyet gazetesine bir açıklama yapan Coşkun, “Siyasi irade isterse bu olayı çözer” dediğini kabul etmekle birlikte, “bu işi devlet yapmıştır” ifadesini yalanlıyordu. Ancak bir savcının “devlet isterse bu iş çözülür” demesi bile, aslında olayda nasıl bir bit yeniğinin olduğunun net bir itirafıydı.

Nitekim yoğun şikâyetler üzerine soruşturma savcısının değişmesi, Mumcu ailesini bir nebze rahatlatmıştı. Ülkü Coşkun’un yerine atanan Savcı Kemal Ayhan, Mumcu ailesiyle kurduğu olumlu iletişimle cinayeti aydınlatmaya oldukça kararlı görünüyordu. Öncelikle suikastın bir “İslami Örgüt tarafından işlendiği” gibi peşin bir önyargısı yoktu.

Kendisini 4 Nisan 1995 tarihinde ziyaret eden Güldal Mumcu ve Uğur Mumcu’nun ablası Beyhan Gürson’a, cinayetin arkasında ‘İslami’ bir örgütten ziyade, “uluslararası istihbarat örgütleri ve derin güçler” olduğunu ifade edecekti.

Belli ki, suikast dosyanın içeriğine de kısa sürede hakim olmuştu. Ancak bu bahar havası fazla uzun sürmedi. Zira Kemal Ayhan, Güldal Mumcu ve Beyhan Gürson ziyaretinden yaklaşık iki ay sonra, yani 26 Haziran 1995 tarihinde yüksek korunaklı lojmandaki evinde ölü bulundu!

Tesadüf müdür bilinmez ama Savcı Kemal Ayhan, eşi ve kızı tatile gittiği sırada ölmüştü. İlk tespitlere göre bu bir kalp kriziydi! Otopsi bile yapılmadan, aynı gün DGM Başsavcısı Nusret Demiral’ın talimatıyla defnedildi. Uğur Mumcu’nun eşi ve aynı zamanda TBMM Başkanvekilliği de yapmış olan Güldal Mumcu, savcının ölümünün ‘şüpheli’ olduğunu söylüyordu. “İçimden Geçen Zaman” isimli kitabında, bu iddiaları gündeme taşıdı.

Güldal Mumcu’ya göre savcının ölümünde ciddi şüpheler vardı. Doğrusu haksız da sayılmazdı. Öncelikle her ne kadar Nusret Demiral ve Ülkü Coşkun “Aşırı şişmandı, nefes darlığı çekiyordu” diyerek ölümün normal olduğunu savunsalar da, bu derece ağır bir hastanın ailesi tarafından evde yalnız bırakılarak tatile gitmesi normal karşılanacak bir durum değildi.

OTOPSİ DAHİ YAPILMADI

Zaten Savcı Kemal Ayhan’ın ailesi de, bu konuda hiçbir açıklama yapmak istemiyordu. Diğer ilginç bir durum ise, otopsi yapılmamasıydı. Ailesi istememiş olsa bile, Uğur Mumcu cinayeti gibi önemli bir olayı araştıran savcıya otopsi yapılmaması hiçbir şekilde olağan görülemezdi.

Kaldı ki, Mumcu cinayeti ile ilgili şüpheli ölümler sadece Kemal Ayhan ile sınırlı kalmadı. Olayı soruşturan Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu’nun raportörü Hakim Akman Akyürek de gizemli bir trafik kazasında hayatını kaybetti.

Yine Uğur Mumcu’nun faillerini bulmak için görülen Umut Davası’nın tahliye edilen sanıklarından Muzaffer Dağdeviren, tahliye olduktan sonra 22 Eylül 2005’te bir cinayete kurban gitti.

Daha önemlisi; Uğur Mumcu’nun kardeşi Ceyhan Mumcu’ya “Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili önemli bilgilere ulaştım, yakında açıklayacağım” diyen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, Uğur Mumcu için düzenlediği anma törenine giderken öldürülecekti.

‘KAHROLSUN ŞERİAT’ YAŞASIN KATİLLER!

Uğur Mumcu’yu ortadan kaldıran güç, öylesine stratejik bir hamle yapmıştı ki, hem komünizme sempati duyan solu seküler rejim etrafında toplamış, hem de NATO’nun yeni düşmanı ‘radikal İslam’ı’ hedef tahtasına koymayı başarmıştı. Artık Mumcu’nun her ölüm yıldönümünde sokağa dökülen sol kitle, “kahrolsun şeriat, Türkiye laiktir laik kalacak, Türkiye İran olmayacak” gibi sloganları adeta gelenek haline getirmişti…

Peki, Uğur Mumcu’yu kim öldürmüştü? Aktif gazetecilik yaptığım dönemde bu soruyu pek çok kişiye sormuştum. Mesela isabetli analizleriyle tanınan MİT eski ajanı rahmetli Mahir Kaynak; “Apo’nun MİT’le ilişkisini belgeleyip itibarını düşürmek istediği, ya da Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu ideolojik olarak savrulan kitleyi merkezde toplamak için” cevabını vermişti. Peki, katiller kim? dediğimde ise; “Devlet içerisindeki bir klik olabilir” diyecekti.

Cinayette devlet içerisindeki derin yapıyı işaret eden bir diğer kişi ise, Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu Başkanı Ersönmez Yarbay’dı. Yarbay’a göre; cinayette kesinlikle iç ya da dış istihbarat örgütlerinin parmağı vardı. Aksi takdirde faillerinin bulunmaması imkânsızdı. Yine Kontrgerilla konusundaki araştırmalarıyla tanınan Talat Turhan ise, Mumcu’nun Kontrgerilla tarafından öldürüldüğünü yüksek sesle dile getirenlerden biriydi.

GİZLİ BİR EL SORUŞTURMALARI ENGELLEDİ

Ancak Mumcu’yu öldürmekle bir taşla üçten fazla kuş vuran organizatör, hedef saptırmak için bütün objektifleri ‘İslamcı’ örgütlerin üzerine sabitlemişti. Susurluk Komisyonu’na bilgi veren eski milletvekili Eyüp Aşık cinayetle ilgili şöyle diyordu: “Mumcu cinayetini iki kez çözmeye kalktık, ancak her seferinde gizli bir el bizleri engelledi. Hatta Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı bize ‘bu işle uğraşmayın’ dedi’’

1997 yılında TBMM Uğur Mumcu Cinayetinin Açıklığa Kavuşturulması Amacıyla Kurulan Komisyon, DGM savcıları Nusret Demiral ve Ülkü Coşkun hakkında “Cinayetin aydınlatılmasını engelledikleri” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Ne var ki her iki savcı hakkında da hiçbir işlem yapılmadı. Bilgi vermek üzere çağrılan asker ve yargı mensupları komisyona gelmedi. Diğer yandan, Mumcu cinayetiyle ilgili en fazla bilgiye sahip olması gereken Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ise, konuyla ilgili tek bir cümle söylüyordu: “Bizde cinayetle ilgili bilgi yok”…

Oysa MİT Kontrterör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür, Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu’na verdiği beyanında; “Suikastta kullanılan patlayıcılar bir istihbarat teşkilatının yahut da özel bir organizasyonun yapabileceği şeyler. Mumcu ve Bahriye Üçok cinayetleri hem cinayette kullanılan ileri teknikler, hem de kurbanların kişilikleri bakımından birbirine oldukça benziyor. Bu cinayet teknolojisi ancak devlet destekli grupların işi olabilir” diyecekti.

DELİLLER YOK EDİLDİ

Mumcu cinayetinin aydınlatılması için yapılan çalışmalar, ‘gizli eller’ tarafından soruşturma süresince hep engellendi. Engellenmekle kalınmadı, eldeki deliller de yok edildi. Örneğin cinayetin hemen ardından, Uğur Mumcu’nun son telefon görüşmelerinin kayıtları ortadan kayboldu. MİT, cinayetle ilgili yaptığı araştırmayı “eleman yetersizliği” gibi garip bir gerekçeyle yarım bıraktı.

Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’nun ifadesine ise, olaydan tam 28 gün sonra başvuruldu. Mumcu suikastında kullanılan, ancak ithalatı, ihracatı ve imalatı kesinlikle yasak olan “RDX-C4” patlayıcılarının sadece askeri depolarda bulunmasına rağmen, konunun bu yönü hiç soruşturulmadı.

Yine Mumcu cinayetinden sonra, Cumhuriyet Gazetesi öncülüğünde kurulan “Uğur Mumcu Suikastının Soruşturmasını İzleme Komitesi” de garip bir şekilde kurulduktan bir yıl sonra dağıldı.

Nasipse devamı yarın…

Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? -1Fikriyat Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? -2Fikriyat Uğur Mumcu’yu kim öldürdü? -3Fikriyat

Editör: TE Bilisim