Hazırlayan: Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Genç Yazarları

Selçuklular’ın önemli kalelerinden biri olan Tikrit’in Valisi Necmeddin Eyyub’un evinden doğan bir umut ışığı tüm İslam coğrafyasının üzerine düşmüştü. Ama bu ışık Kudüs’ü ayrı bir aydınlatıyordu. Kudüs bambaşkaydı bu gece. Müslümanların üzerine işlemişti bu ışık. Artık eminlerdi. Yıllardır süren hasret, kavuşacağız Mescid-i Aksamız’a. Bunu başaracak kişi geliyordu. Mısır’ın ve Suriye’nin hâkimi...
O geliyordu: Selahaddin Eyyubi

BİR GÜNEŞ DOĞDU KUDÜS’E

Selahaddin Eyyubi’nin doğumundan birkaç ay geçmişti. Necmeddin Eyyub’un dostu Musul Atabeyi İmadüddin Zengi’nin ricasıyla tüm aşiretiyle beraber yıllarını ve emeklerini uğruna sarf ettiği Tikrit’ten ayrıldı. Musul’a vardılar. Yeni bir hayat başlıyordu onlar için. Burada Zengi’nin hizmetine girdiler. Bir yıl boyunca devlet işlerinden uzak kaldı Eyyub. Ta ki Zengi’nin Baalbek’i fethetmesine dek. Zengi Baalbek’i fethedince Eyyub’u oraya vali tayin etti. Eski günler başlıyordu tekrar. Hissediyordu, bu iktidarlığında fetihler onu bekliyordu. Yıl 1146 olmuştu, her şey güzel giderken İmadüddin Zengi kuşatma sırasında öldürüldü. Bunun üzerine oğlu Nureddin Mahmud Halep ve civarının hükümdarı oldu. Eyyub’un kardeşi Şirkuh ise onun en yakın kumandanı hâline geldi. Eyyub bu zamanlarda Dımaşk Atabeyliği’ne bağlanmak zorunda kaldı. Bu kardeşler, Nureddin’in Dımaşk’ı zapt etmesine yardımcı oldular. Bunun üzerine Eyyub’u Dımaşk valiliğine tayin etti. Böyle bir ortamda yetişen Selahaddin iyi bir eğitim aldı. Özellikle dini dersleri çok severdi. Sanat ve ilimle uğraşmayı severdi ve matematik alanında oldukça iyiydi. Belki de bir bilim insanı olacaktı. Ama yüreğindeki Kudüs sevdası onu zincirlemişti. Başka bir şey istemiyordu gönlü. “Ya Kudüs ya ölüm!” diyordu.

KUTLU DAVAYA İLK ADIM

Sene 1163... Fatımi Veziri Şaver b. Mücir yardım istemek için Dımaşk’a gelmişti. Bu sayede Nureddin’in Mısır işlerine müdahale yolu açılmıştı. Mısırda kriz içinde olan Fatımi Devleti vezirler tarafından oyuncak gibi kullanılıyordu ve iktidar sık sık el değiştiriyordu. Bu nedenle birçok devlet buraya göz dikmişti. Nureddin’in emriyle Selahaddin, amcası Şirkuh’un emrinde Mısır’a yapılan seferlere katılmaya hak kazandı. Bu genç Selahaddin’in ilk seferiydi. Burada tüm hünerlerini gösterecekti. Gösterecekti ki herkes onun yiğitliğini anlasın ve ona bu kutsal yolda kardeşlik etsin. Yapılan üç sefer sonucunda nihayet Kahire’ye girdiler. Fatımi halifesi bu sırada öldürülen veziri Şaver yerine Şirkuh’u tayin etti. Şirkuh’un ordusunun büyük kısmı Oğuzlardan oluşuyordu. Böylece Mısır’da Türk hâkimiyeti devri başlamış oldu. Şirkuh da iki ay sonra hayatını kaybedince Halife onun yerine Selahaddin’i vezir tayin etti. Böylece devlet adamlığına atılmış oldu. Artık yükü daha da ağırdı. Hem Nureddin Zengi’nin Mısır’daki ordusunun kumandanı hem de halifenin veziri olarak iki büyük görevi üstlenmiş oldu. Daha sonra Nureddin Zengi’nin izniyle Mısır’ı ve Mısır’a bağlı yerleri bir hükümdar gibi yönetmeye başladı. İşte şimdi gerçek bir komutandı. Hedefe az kalmıştı. Çok heyecanlanıyordu. Hasret bitmeliydi artık. Gül kokulu Mescid-i Aksa’da dolaşmak, Allah’ı zikretmek istiyordu. Biraz sabır ve gayretle bu çileli yol bitecek, karanlıklar varacaktı aydınlığa.

Selahaddin Mısır’ın hükümdarı olunca Haçlılar ve Bizanslılarla mücadeleye girişti. Nice saldırılara maruz kaldı. Ama hepsini geri püskürttü. Mısır’a tam manasıyla hâkim olan Selahaddin orduyu yeniden teşkilatlandırdı. Sünni medreseler açtı. Nureddin Zengi’nin emri üzerine 1171 yılında Şii Fatımi hilafetine son verdi.

Selahaddin bir yandan devleti yıkılmaktan kurtarmak, İslam birliğini sağlamak için uğraşırken bir yandan da Haçlılarla mücadele ediyordu. Haçlılara karşı yaptığı baskılar artıyordu. 1177 yılında Remle’ye doğru ilerledi. Fakat Kral 4. Baudouin ile Renauld emrindeki Kudüs Krallığı’nın beklenmeyen baskınına uğradı. Buradan savaşarak geri çekilebildi. Selahaddin Remle yenilgisinden sonra yaralarını kısa süre içerisinde sarıp Dımaşk’a harekete geçti. Dımaşk’a geldiğinde şehirde naip olarak bıraktığı ağabeyi Turan Şah’ın eğlence ile meşgul olduğunu görünce onu görevden aldı. Selahaddin bir yenilgi yaşamıştı. Lakin bu onun için bir son değildi olamazdı da. Çünkü o bir dava adamıydı. O da biliyordu ki davası İslam olanın destekçisi Allah’tır.

KUDÜS’E SON ADIMLAR

Selahaddin’in Musul ve Halep üzerine seferler yaptığı sırada Haçlılar Suriye topraklarına saldırdılar. 1182 yılı Renauld Eyle Kalesi’ni ele geçirdi, gemiler göndererek deniz ticaretini ve limanları tehlikeye soktu. Selahaddin kardeşinin kumandanlığında bir ekip göndererek bu tehlikeyi ortadan kaldırdı. 1182 ve 1184 yılları arasında Beyrut, Beysan ve Kerek’i kuşattı. Kudüs’e doğru son adımlar atılıyordu. Hem ordusunu inanılmaz derecede büyütmüş hem de topraklarını genişletmişti. Tek eksik Kudüs’tü. Hedefi Kudüs’ü de alarak bu şanlı zaferleri daha da anlamlandırmaktı.

Selahaddin aradığı fırsatı 1187 yılında yakaladı. Kudüs Kralı 4. Baudouin ölmüş, yerine küçük oğlu 5. Baudouin geçmişti. Bu arada Kerek Hâkimi Renauld topraklarından geçen Müslüman bir kervanın mallarına el koyup yolcuları esir aldı. Selahaddin malların ve esirlerin iadesini istedi. Kabul edilmeyince Kerek’e doğru büyük bir sefere çıktı. Kerek topraklarını yağmaladı. Ardından Hıttin denilen yerde Haçlılarla yaptığı meydan savaşında büyük bir zafer kazandı. Haçlıların bir kısmı esir alındı, bir kısmı öldürüldü. Esirler arasında Kral Guy de Lusignan ve Renauld da vardı. Kudüs’e küçük bir adım kalmıştı. Ama Selahaddin’in yüzünde ufak bir gülümseme yoktu. Ona “Niçin hiç gülmüyorsun?” dendiğinde şu cevabı vermişti: “Kudüs işgal altındayken bir Müslüman nasıl gülebilir, nasıl olur da rahat bir uyku uyuyabilir!” Tünelin sonunda ışık görünmüştü hâlbuki ama Selahaddin’in yüzü Mescid-i Aksa’da başını secdeye koyana dek gülmeyecekti.

“VALLAHİ CİHADI EMRETMEYECEĞİM!”

Güneşli bir cuma günüydü. Selahaddin cuma namazında vaaz veriyordu. Gençlerden biri vaazın ortasında “Biraz da cihadı anlat.” diye bağırdı. Selahaddin vaaza devam etti. Genç tekrar bağırdı: “Haydi, çağrı yap. Gidelim Kudüs’ü fethedelim.” Selahaddin vaaza devam etti. Genç bu kez “ Neden cihaddan bahsetmiyorsun yoksa Yahudilerden mi korkuyorsun” dedi. Selahaddin Eyyubi ertesi sabah namazı kıldırmak üzereyken arkasını dönüp “Dün ‘Cihad, cihad!’ diye bağıran genç burada mı?” dedi. Gencin olmadığı anlaşılınca Selahaddin “Vallahi cuma namazına gelenler sabah namazına gelmedikçe Kudüs’e cihadı emretmeyeceğim.”

Hıttin Zaferi’nden sonra hızlı bir fetih hareketine geçti. Filistin’de birçok kaleyi ele geçirdi. 20 Eylül 1187’de Kudüs’ü kuşattı. Miraç mucizesinin yıl dönümü olan 2 Ekim 1187 Cuma günü Kudüs’ü fethetti. Biliyordu. Kudüs gerçek sahiplerine kavuşacak, Müslümanlara emanet olan Mescid-i Aksa geri alınacaktı. Bütün Müslümanlar Mescid-i Aksa’da toplanmıştı, büyük bir coşku vardı. Selahaddin’in imamlığında öğle namazına durulmuştu. Cemaat mescidin dışına taşmıştı. Selahaddin Fetih Suresi’ni okumaya başladı. Kudüs uzun yıllardır böyle bir okuma duymadı. Herkes ağlıyordu. Gözyaşları Kudüs’ün toprağını besliyordu. Ne zaman ki Selahaddin secdeye vardı, işte o zaman yüzü güldü. İşte o zaman Kudüs gerçekten Müslümanların oldu.

Bir zamanlar Bağdat’ta ünlü bir marangoz varmış. Ömrünün büyük zamanında çok güzel bir minber oymuş. Ama çok güzel. Sedef kakmalı, ceviz ağacından. Alımlı mı alımlı. Her gören onun güzelliğiyle büyüleniyormuş. Güzel minberin namı almış yürümüş. Öyle ki Bağdat’a her gelen marangoza gidip “Şu minberi bize sat, falanca camiye götürelim.” diyormuş. Onun cevabı hep aynı: “Bu minber Mescid-i Aksa’da duracak.” Ahali şaşırıp “İyi de Kudüs Haçlı işgali altında.” diyince marangoz yüksünmeden hep aynı cevabı veriyormuş: “Benim elimden gelen bu. Ben zanaatkârım. Minber yontarım. Bir babayiğit de çıksın, Kudüs’ü geri alsın, bu minberi de yerine oturtsun.” Bu minber hikâyesinin konuşulmadığı hiçbir şehir kalmamış. Herkes minberin güzelliğini bire beş katarak birbirine anlatırken aynı hikâyeyi 7–8 yaşlarında bir çocuk da işitmiş. Ama o, eserin güzelliğinden ziyade müessirin vasiyetine kulak vermiş. Aradan 40 yıl geçmiş ve o minberi durması gereken yere, Mescid-i Aksa’ya yerleştirmiş. İşte o çocuk Selahattin Eyyubi imiş.

Selahaddin 1192 yılına kadar Kudüs’ü layıkıyla korudu. Bu tarihte iki taraf arasında da barış antlaşması imzalandı. Selahaddin de artık çok yorulmuştu. Hastaydı ve askerleri de yıpranmıştı. 4 Mart 1193 yılı Kudüs’ün fatihi hayata gözlerini yumdu. Kudüs artık onun ceddine emanetti.

Adem Koç / 10-C

***

Arıyoruz!

Bir damla kan, bir avuç toprak!
Kefen battaniye, mezar bize yatak…
Diriyiz sözde oysa öldük çoktan!
Diri olsaydın hiç yere gelir miydi kafan?

Acaba derin bir uykuya mı daldık?
Esiriz belki de cezamız bin yıllık.
Arıyoruz Eyüp’ümüzü, nerede ümmetin Hamid’i!
Öldük artık öldük, kalmadı bir ümidi...

İmran Urapin / 9-B

Editör: TE Bilisim