İslâm düşüncesinde kalp, bütün vücuda yön veren merkezî bir organ olarak görülür. Her ne kadar kalp denilince ilk bakışta kanı toplayıp bütün vücuda pompalayan organ akla gelse de Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerde kalbin, şuur, vicdan, idrak, duygu, akıl ve irade gücünün merkezi, bütün sezgi ve duygularımızın ve nihayet düşünme gücümüzün kaynağı oluşuna vurgu yapılır. Maddî hayatımızın merkezî organı kalp, mânevî hayatımıza da yön veren bir kaynaktır. Bu iki hayat alanı birbirinden ayrı düşünülemez.

Kalp insanın yönetim merkezidir. Organları yöneten odur. Amellerin değerini belirleyen de odur. Zira ameller kalpte başlar. Bütün ameller niyetlere göredir. Niyet ise kalbin işidir. Bu sebeple onunla tutulan oruç, orucun zirvesi sayılmıştır.

Kalbin maddi ve manevi olarak beden devleti üzerindeki işlevi, orucun onun terbiyesindeki etkin rolü onunla tutulacak oruca ayrı bir değer atfetmektedir.

İlke olarak vücuda giren maddenin orucu bozduğu dikkate alınırsa kalbe giren kötü duyguların ve orada oluşan planların orucun manevi değerini düşürdüğü söylenebilir.

Bu bağlamda kalbin orucu; mü’minin vakarına yakışmayan düşük arzuların ve izin verilmeyen dünyevi arzuların oraya girişine engel olmak, kalbinde sadece Allah’ın rızasını aradığı fikrini yerleştirmek ve O’nun dışında hiçbir şeyin oraya girmesine müsaade etmemektir.

Kalbi ile oruç tutan mü’min, gününün tamamında yani vaktinin her anında oruç halini, bilincini kuşanmış olur. Gününün her bir saatindeki en küçük zaman dilimi (an) onun için manevi zevkin tecelli ettiği oruç hâli olur. Bu tür oruç, en özel kullar olan peygamberler, sıddıklar ve mukarrabûn’un (Allah’a yakın olanlar) orucudur.

Kalp, bir anlamda kulağın duyduğunu, gözün gördüğünü depolar, organları ona göre yönetir. Dünya ve ahiretini kurtaracak enerjiyi koruyan, uyanık duran, organları denetleyen bir kalbe sahip olan kişi dünyada ve ahirette kurtuluşa erer. Anlamayan ve hissetmeyen kalp, hakkı işitmeyen kulak ve gerçeği görmeyen göz insanı doğruya ve hayra yönlendiremez. Kalbin, kulağın, gözün hakka açık olması için kişinin öncelikle iç dünyasının temizlenmesi sonra da faziletle bezenmesine ihtiyaç vardır.

Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:

“...Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”(Buhârî, “Îmân”, 39.)

●Günün Ayeti

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.”' (Bakara, 2/168)

●Günün Hadisi

“Kalp (bedenin) sultanıdır ve onun orduları vardır. Sultan, düzgün/iyi olursa askerleri de düzgün/iyi olur. Sultan, bozuk/ kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar, bu sultanın habercileridir. Gözler, bekçileridir. Dil, sultanın tercümanıdır. Eller, (tebaasını kuşatan) kanatlarıdır. Ayaklar, postacılarıdır. Ciğer, şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler, (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer, (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur. “ (Beyhakî, Şuabü’l-İman, I, 257, Hadis No: 108.)

●Günün Duası

“Ya Rabbi! Tuttuğumuz oruçları, kıldığımız namazları, yaptığımız hayır ve hasenatı, ettiğimiz duaları kabul eyle.”

Ramazannâme ( Ramazan Manileri)

Aldаnmа sаğа solа,

Gel gidelim hаk yolа,

Güzel oruç tutаnın,

Âkıbeti hаyrolа.

●Sıkça Sorulanlar

Alacağın zekâtını vermek gerekir mi?

Zekâta tâbi olup olmama bakımından alacaklar üç kısımdır:

a) Kuvvetli Alacak: Bunlar, borç olarak verilen paralar ile ticaret mallarının bedeli olan alacaklardır. Bu alacaklar, borçlular tarafından ikrar edilirse veya borcu ispata yarayan kesin delil varsa, alacaklı tarafından her yıl zekâtlarının ödenmesi gerekir. Önceki yıllara ait zekâtı verilmemiş ise, alacak tahsil edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekâtları ödenir.

b) Orta Alacak: Satım için olmayan bir malın gelirinden kaynaklanan alacaktır. Ev kirası alacağı gibi. Bu alacakta da geçmiş senelerin zekât borcu gerçekleşir. Ancak zekât borcunun ödenme mecburiyeti için alacaklının en az nisap miktarı kadar tahsil etmesi gerekir.

c) Zayıf Alacak: Vasiyet, mehir ve diyet gibi mal bedeli olmayan alacaklardır. Çünkü bu tür alacaklar mal değişiminde oluşmuş bir borç değildir. Bu nevi alacakların geçmiş yıllara ait zekâtları gerekmez. Tahsil edilip üzerlerinden bir yıl geçince zekâtları verilir.

İnkâr edilen veya geri alınma ihtimali olmayan alacaklar için, alacaklının her yıl zekât vermesi gerekmez. Şâyet bu tür ümit kesilmiş bir alacak daha sonra ödenirse, tahsil edilip üzerinden yıl geçtikten sonra sadece o yılın zekâtı verilir; geçmiş yıllar için zekât gerekmez.

(Diyanet İşleri Başkanlığı, Zekat Sıkça Sorulanlar)

●Esma-i Hüsnâ

Ya Hasîb!

Emellerim hesaba gelmez arzularım sayıya dökülmez

Defterimden yanlışlarımı çıkar ki hesabım kolay olsun.

Ya Celîl!
Senin celâlin zatındandır başkasına muhtaç değil
Senin yüceliğin kemalindendir sebebe muhtaç değil
Senin kemalin yine sendendir görünmeye muhtaç değil.

Ya Kerîm!
Ya Rabbi! Kereminle güzel eyle her halimi
Kereminle sevindir kalbimi.

Ya Rakîb!
Ömrümün her anında seni anmak dilerim
Lakin halim el vermez unuturum
Kalbime zikrini yerleştir uyandır beni

(Senai Demirci)

el-Hasîb: Herkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilât ve teferruatıyla hesabını iyi bilen. Kullarına yeten, onları hesaba çeken. Tüm yarattıklarının ihtiyaçlarını bir ölçü içerisinde karşılayan, dünyada da ahirette de onların yardımına yetişen; dünyadaki yapmış oldukları söz ve davranışlara göre insanları ahirette hesaba çekip yapmış olduklarının karşılığını eksiksiz olarak verecek en yüce varlık.

el-Celîl: Celalet ve ululuk sahibi. Hiçbir kayıt ve kıyas kabul etmeksizin azamet sahibi, kadrü kıymeti ve mertebesi en yüce olan. Her şeyi kudretiyle kuşatan, zatında ve sıfatlarında büyük ve eşsiz.

el-Kerîm: Keremi bol. Şan, şeref ve cömertlik başta olmak üzere her türlü üstünlüğe sahip. Yarattıklarını rızıklandırmayı, yaşatmayı, şefkat göstermeyi sürdüren, nimetlerini karşılıksız veren, insanların bir kısmını inkâr ve isyanlarına rağmen cezalandırma hususunda acele etmeyen, tövbeleri çokça kabul eden, cömert, ulu, büyük ve en şerefli.

er-Rakîb: Yarattıklarından bir an bile gafil olmayan, kendisinden hiçbir şey saklı ve gizli kalmayan, yarattıklarını sürekli denetleyip kontrol altında tutan ve koruyup gözeten.

●Bir İnci

“Çiçeklerle hoş geçin balı incitme gönül

Bir küçük meyve için dalı incitme gönül

Mevla verince azma geri alınca kızma

Tüten ocağı bozma külü incitme gönül.(Yunus Emre)

●Peygamberimizden hatıralar

Allah’ın Elçisi bazen de çocukların yanaklarını okşayarak sevgisini gösterirdi. Onun bir dokunuşu, çocuklar için iftihar vesilesi olup unutulmayacak bir kıymete sahipti. Hatta sonraki yıllarda, bu türden hatıralarını başkalarıyla paylaşırlardı. Abdullah b. Sa’lebe ve Câbir b. Semüre bu şanslı çocuklardandı. Câbir (r.a) başından geçen o mutlu hatırayı şöyle anlatmıştı:

“Resûlullah ile birlikte ilk namazı (öğle namazını) kıldım. Sonra o, ailesinin yanına gitmek üzere çıktı, onunla birlikte ben de çıktım. Yolda onu çocuklar karşıladılar. Onların her birinin yanaklarını teker teker okşamaya başladı. Benim de yanağımı okşadı. Elinde öyle bir serinlik ve hoş bir koku hissettim ki sanki elini attârın (koku satanın) sepetinden çıkarmıştı.”

(Müslim, Fedâil, 80; Ayrıca bk. Hadislerle İslam, VI, 392.)

●Her Güne Bir Kavram

İstişare

İstişare; İnsanlarla görüş alışverişinde bulunma, danışma, ortak karar alabilme. Herhangi bir işi yapmadan önce o konuda ehil olanlarla konuşmak, görüşlerine müracaat etmek gerekir.

İstişare, maddî-manevî bakımdan yardımlaşma, dayanışma ve fikir alışverişi olmasının ötesinde, nefsin kişinin önüne kurduğu “en iyi ben bilirim” engelini geçme fırsatıdır. 

İstişare, tek noktaya saplanmayıp, çeşitli alternatifler, çözümler üretme, ortak karar almadır.

Atalarımız “Bin bilsen de bir bilene danış.” sözüyle istişarenin önemini gelecek kuşaklara aktarmışlardır. Bu bağlamda danışan için istişare bir anlamda bireysel gelişmişliğin, danışılan için ise ona duyulan hürmetin göstergesidir.

Yüce Rabbimiz; Müminler Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle kılarlar. İşleri aralarındaki istişâre ile yürür. Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için harcarlar” (Şûrâ Sûresi, 42/38.) ayetiyle istişare etmeyi yani danışmayı, iyi mümin olmanın vasıfları arasında saymıştır.

Editör: TE Bilisim