Soykırım ve Gazze’yi insansızlaştırma politikalarının ortaya koyduğu gayriinsani vahşet, bir algı oluşturma ve kirli verilerle yapılan bilgilendirme ile vicdanları kanayan insanların zihinlerini iğfal etmeye yönelik yeni politikaların üretilmesine sebep oldu. Yahudilik ile siyonizm idealleri eş anlamlı olarak antisemitik bir tanımlama ile savunulamaz. Bir ırkçılık türü olarak ortaya çıkan ve Avrupa’da Yahudileri hedef alan bu anlayışı evrensel boyutlara taşımak ve bir insanlık ayıbına dönüştürmek, bunun arkasına saklanarak Müslümanları suçlamak had bilmezliktir. Avrupa’da tarih boyunca Yahudileri Hıristiyan dünyasına eklemleme problemi hep var olageldi ve Hıristiyan Avrupa, sorunu çözemediği gibi din merkezli eski tip Yahudi düşmanlığı yerine antisemitizm olarak tanımlanan ırkçılığa dayalı Yahudi düşmanlığını yürürlüğe koymuştur. İlk ortaya çıkışı Yahudi özgürleşmesi hareketinin başladığı Fransa’dır (Dreyfus skandalı). Daha sonra Yahudi düşmanlığı, Almanya’da kurumsal bir devlet politikasına dönüştürülerek ırkçı Nazi yönetiminin işgal ettiği Avrupa ülkelerindeki farklı dinî, etnik ve siyasi gruplarla birlikte özellikle Yahudilere sistematik bir soykırımı yürürlüğe koyarak büyük bir utancı tarihlerinin parçası hâline getirmiştir. Bugün siyonist Yahudi devleti İsrail’in yaptığı gibi.

Almanların işgali sonucu Avrupa’nın ortasında Yahudilere yönelik yapılan soykırım üzerinden tanımlanan antisemitizm (Sâmî ırkına düşmanlık), Adolf Hitler’in Alman ırkının üstünlüğü iddiasına dayandırılsa da (farklı aidiyetlere düşmanlık bakımından) tarihî gerçeklikten epey uzak kalır. Çünkü ırkçılık ve insanları din, renk, etnik aidiyetlerine göre tasnif etmek, Batı siyasi ve kültürel tarihinin en gerçekçi verisidir. Amerika’ya giden silahlı Avrupalıların yerlilere bakışını, XVII. yüzyıldan itibaren Doğu’ya yönelen aynı Batılı adamın Hindistan, Endonezya ve Malezya’dan köle olarak Güney Afrika’ya getirdikleri Müslümanlara ve Afrika yerlilerine uygulanan ilkel etnik ve dini ayrımcılıkları hatırlayın. 1960’lara kadar Amerika’da ve daha birkaç yıl öncesine kadar Güney Afrika’da yürürlükte olan acımasız ırkçılığı da zihninizin bir kenarına not edin.

Antisemitik anlayışın ortaya çıktığı yer ile uygulayıcıları hatırlandığında bu hastalıktan şifa arayanların, hastalığın üreticisi ve uygulayıcısı Batılılar olduğu ve Batı dünyasının dışında kalan her bir insan evladının antisemitik ilkelliğin “insanlığa huzur ve bölgeye istikrar” zırvasından beslendiğini de Afrika, Irak, İsrail … ve Bosna’da bizzat şahidi olduğumuz soykırım, katliam ve tecavüzlerden biliyoruz. Antisemitik anlayışı Holokostla sentezleyerek bir endüstriye dönüştüren siyonist Yahudiler, neo-liberal Hıristiyanlar ve yanlarına aldıkları evanjelistlerle insanlığı sömürgeci bir anlayışla kontrol altında tutmaya devam ediyorlar. Çoğunlukla Musevi Yahudilere uygulanan soykırım ve vahşetten üretilen Holokost endüstrisinden Amerika, siyonist İsrail, İngiltere ve AB ülkeleri yararlanmaya devam ediyorlar. Kazanç kapısına dönüştürülen Holokost ve antisemitizmi bir savaş doktrini olarak kullananlar; tarihleri boyunca o sapkınlıkları kendilerine yakıştırmayan, Medine’de, Endülüs’te, Osmanlı topraklarında onlarla bir arada yaşamış ve onları “insanlık ailesinin birer üyesi” olarak korumuştur. Yahudilere soykırım yapanlarla iş birliği yapan siyonistler, tarihleri boyunca Yahudileri koruyan Müslümanlardan intikam alıyorlar. Neden?

ABD Savunma Bakanı’nın soykırımın onlarca günü sonrası İsrail’de yaptığı konuşmada sık sık “İsrail’in kendisini savunma hakkı”na vurgu yapması, küresel emperyalist güç ABD ile nükleer güç dâhil her türlü savaş aygıtıyla donatılmış soykırımcı siyonist İsrail arasındaki ölçüsüz ve ahlaksız ilişki modelini göstermesi bakımından oldukça önem arz etmektedir. Bu ilişki İsrail’in Müslümanlara ait coğrafyaya iskân ettirilerek kurulmasından başlayarak 1967 savaşı ile devam etmiş, 1973 vahşeti ve sonraki zamanlarda Filistin halkına karşı yürütülen her insanlık dışı eylemde de ABD, İsrail’in yanında yer almıştır. Kudüs’ün başkent olarak tanınması da bu kuralsız ve ahlaksız anlayışın bir verisi olarak tarihe not düşülmelidir. Siyonizm gücünü ABD ve AB emperyalizminin yanı sıra dünya ekonomisini önemli ölçüde kontrol eden “siyonist   diaspora”dan almaktadır. Kurdukları sömürgeci ekonomik gücü kullanarak kitle iletişim araçlarını, sosyal medyayı ve fikir sahibi farklı güç odaklarını etkileyerek başarılı bir şekilde kullanabiliyorlar. Bunlardan ülkemizde de hatırı sayılır sayıda vardır. İsrail’in, Yahudi Soykırımı’nın kurbanlarına karşılık Müslümanların topraklarını işgal etmesi ve Filistinlilerden intikam almasını meşrulaştırma çabasının kabul görmesinin mantıki bir zemini olmasa da oluşturulan algı sayesinde içselleştirilebiliyor.

ABD ve siyonist İsrail, Müslüman dünyaya yönelik savaş konusunda daima aynı hizada durmayı bilen “iki ülke, tek söylem” sahibi oldular. 11 Eylül saldırısından hemen sonra Şaron’un Başkan Bush’a “Irak, İran ve Suriye’nin hemen bombalanmasını” tavsiye etmesi ile İsrail’in kontrolsüz gücünü sınırsız kullanmasına göz yumulması arasında da bir paralellik kurarak düşünmek gerekir. Filistinlilerin gerekçesiz tutuklanabilmesinin, yerleşimci yağmacıların hukuksuz bir şekilde Filistinlileri evlerinden çıkararak yerleşmelerinin meşru kabul edilmesinin; yaş, cinsiyet ve aidiyet gözetilmeksizin gerçekleştirilen soykırımın durdurulması oylamasının BM Güvenlik Konseyi’nde ABD tarafından reddedilmesi de bu kuralsız-koşulsuz desteğin bir neticesidir. Bu ortak anlayış sahipleri, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar Müslümanları tehlikeli bularak ötekileştirmekte ve ilk fırsatta yok edilmeleri gerektiğine inanmaktalar. İsrail, ülkesindeki insanların güvenliğini sağlayamamanın yanı sıra komşu devletlerde yaşayan farklı inanç ve etnik kökene mensup insanlarla barış yaparak bir arada yaşamayı açıkça ve daima reddetmektedir. Batı adamının bu gayrimeşru türedi devleti, gücü kullanarak insanlara ve insanlığa karşı aleni olarak işlediği hiçbir suçun cezasını “uluslararası hukuk” normları içerisinde çekmemekte ve her yeni saldırıda daha büyük vahşiliklere imza atmaktadır.

ABD, Amerikalıların muhalefetine ve protestolarına rağmen siyonist İsrail’e saygılarını sunmaktan vazgeçmemektedir. İnsanlık vicdanı, zulüm karşısında karanlığın en karanlık dehlizlerinde yokluğa terk edilirken; zulüm ve soykırım, savaş endüstrisinin muktedir baronları ve siyaset kalpazanlarının ilkesiz duruşuyla desteklenmeye devam edilmektedir.