Yeryüzünde sorulmamış tek bir soru kalmış mıdır? Ya da cevabını bulamamış?

Sadece soru sorarak hakikate ulaşılabilir mi?

Araplarda “hakikati himaye etme” diye bir tabir vardır. Buradaki ‘hakikat’ genellikle ırz, namus, vefa, dostluk, bayrak, sancak gibi değerleri kapsar (Mustafa Çağrıcı, TDV İslam Ansikpoledisi). Bu konudaki Hadis-i Şeriflere bakarsak… “Hakîkatü’l-îmân” terkibinde hakikat “hâlis, künh, mahz” kelimeleriyle açıklanmıştır.

Bize göre hakikat değeri taşıyan en önemli şey, Rabbimizi bilmek ve İslam’ı ‘hak din’ olarak görüp buna iman etmek.

Hakikat, “bir önermede hükmün gerçekle örtüşmesi ve zahirin ardındaki örtülü ve gizli mana” biçiminde de açıklanır.

Farabi, İbn-i Sina, Cürcani… Benzer şekillerde tanımlarla açıklar meseleyi…

Bizler Cüneyd-i Bağdadi gibi…

Hakikati hatırlayıp neleri terk ediyoruz? Dönüp hiç kendimize, içimize bakıyor muyuz?

Hakikati bilenler, “hasta gibi yer, suya batan kişi gibi uyurlar…”

Hakikat yolculuğu belalı bir iştir. Mesela bu yolcu ağzına kadar para dolu kasalardan, zehirli koltuklardan, foncu Soroslardan, kumandası uzakta vakıflardan kaçar. Korktuğundan değil elbette…

O sadece Allah’tan korkar, onun rızası hilafına yapıp/ etmekten korkar.

Bir kişi ya da kuruma karşı vaziyet almak istiyorsak önce onun ‘hakiki’ olmasına bakmamız gerekiyor. Önce vicdanımızla ölçüp biçmeliyiz. Elimizdeki bilgilerle sağlamasını yapmalıyız. Sonra üstlendiği role, yaygınlığına, saygınlığına bakmalıyız.

Şayet doğruları yanlışlarından fazla ise…

Ve dahası… Yanlışları konusunda ısrarcı değil ve istişareye açık ise…

Bunun çok değerli bir şey olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

KADEM’le ilgili yazımızdan sonra gördük ki…

Hakikati bilmeye daha çok ihtiyacımız var. Anlamaya ve dinlemeye daha çok ihtiyacımız var.  Yoksa bizim dışımızda işaret fişeği patlatılan kötülük sarmalı hepimizi daha çok üzecek…

Hakikat dedik…

Hakikat, Musa’nın bildiği midir yoksa Hızır’ın mı?

Necmeddîn-i Kübra şeriatı gemiye, tarikatı denize, hakikati inciye benzetir.

Mevlâna ise “şeriat bir meşale, tarikat bu meşale ile yol alma, hakikat ise maksada ulaşmadır.”

Şimdi hep birlikte…

Şeriata, tarikata, hakikate ve marifete odaklanıp yeniden varlığımızın sırrına doğru içeri bir yolculuğa çıkalım.

Büyük haksızlıklar karşısında sessiz kalmak en az bu haksızlıklara destek vermek kadar sorunludur. Can acıtıcıdır.

Cemil Meriç der ki: “Taraf tutmayan insan, şahsiyeti felce uğramış insandır. Ben tarafım, hakikatin tarafıyım.”

O sebeple: Hak ile batıl, mazlum ile zalim, iyi ile kötünün mücadelesinde merhametten ve hakikat mesaisinden milim şaşmadan hareket etmeliyiz.

Aslolan sadece ama sadece budur…