“Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…

‘Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!’ şuurunda bir gençlik…” diye başlar “Gençliğe Hitabe”sine Üstad Necip Fazıl Kısakürek…

Ne büyük incelik, ne güzel bir anlayış, ne anlamlı bir bilinç değil mi bir gencin bu şuura sahip olması?

Zamanı kendine verilmiş bir servet olarak gören, mekâna emanet gözüyle bakan bir genç, bir insan zamanını hiç boşa harcar mı, mekânı hiç süfli uğraşlarla işgal eder mi?

Şuurlu bir insan, hassasiyet sahibi bir Müslüman; her şeyden önce bu dünya hayatında sınırlı olan zamanını, kısıtlı olan ömrünü kendine ve insanlığa faydası olmayan uğraşlarla heba eder mi?

Normal şartlarda hepimizin cevabı “etmez” olur. Ama başımızı şöyle bir kaldırıp baksak gençliğin ve insanlığın içinde bulunduğu durum, pek de iç açıcı değil.

Ne zamanın kıymetini biliyor insanlar, ne mekâna emanet gözüyle bakıyor. Sanki herkes ölümsüz; sanki hiç kimse bu dünyada misafir değil, herkes ilelebet bu dünyada yani mekânda kalacak ev sahibi…

Hepimiz gittikçe daha da dünyevileşiyoruz. Fani olana, geçici olana öylesine bağlanmışız ki baki olanı, kıymetli olanı, asıl ve asil olanı çoktan unutmuşuz.

Önüne konulmuş altınlara, elmaslara, mücevherata değil de rengârenk kartonlara, naylonlara aldanan ve onları elde etmek isteyen kargalar gibiyiz.

Son günlerde K-POP üzerine birkaç paylaşım yaptım, bir yazı yazdım. Sanki kıyamet koptu, gençlerden yemediğim küfür kalmadı, edilmedik hakaret bırakmadılar. (Gerçi bunlar henüz genç bile sayılmazlar, çocuk yaşta pek çoğu ve küfür edenlerin ekseriyeti de kız çocuğu…) Bir Adanalı olarak küfrün, sövgünün envai çeşidini duymuşumdur, repertuarım bir hayli geniştir diye düşünüyordum ama gençlerin sosyal paylaşım ağlarından ettikleri küfürleri okuyunca, hızını alamayıp özelden sesli mesajla iletilen küfürleri duyunca repertuarımın çok da geniş olmadığını anladım.

Bu gençlerin örnek aldıkları K-POP şarkıcılarının bizimle, kültürümüzle, değerlerimizle zerre alakası yok.

Civciv gibi rengârenk saçları, aşırı makyajları, kız mı erkek mi olduğu belli olmayan görüntüleriyle farklı bir dünyadan gelmişler gibi… Ancak maalesef ki öyle bir kitle oluşturmuşlar ki âdeta onlara tapıyorlar, kesinlikle söz söyletmiyorlar, eleştiriye tamamen kapalılar.

Yine maalesef ki bu gençler, çocuklar bizim çocuklarımız.

Öylesine boş bir hayat yaşıyorlar, öylesine geçici hazlar peşinde kendilerini helak ediyorlar ki…

Hiçbir kutsalları kalmamış, onları engelleyen hiçbir değer yok, otokontrol sıfır, zevkleri ve eğlenceleri için her şeyi tüketebilirler, haz almak için yapmayacakları çılgınlık(!) yok!..

Kısacası bozulmuş, yozlaşmış, talan edilmiş, kendi milletine ve değerlerine düşman edilmiş bir gençlik…

Ancak burada suçlu olan, hatalı olan, gelinen bu noktanın sorumlusu kesinlikle bu gençler değil.

Bu bozulmanın, yozlaşmanın, kendi değerlerine düşman bir gençlik ortaya çıkmasının en büyük müsebbibi biz ebeveynleriz. Anne ve babalar, bozuldu önce… Anne ve babalar bozulunca yetiştirdikleri nesillerin sağlam olmasını, bozulmadan kalmasını beklemek safdillik olur.

Çocuğunu sadece dünya ve dünyalık için yetiştiren, evlatlarına hedef olarak sadece maddiyatı ve maddi kazançları, makamları, mevkileri koyan anne ve babaların evlatlarının ahiret için yaşamasını, uhrevi olana yönelmesini, maneviyata değer vermesini beklemek hiç de gerçekçi ve hakkaniyetli değil.

Kaç kişi; oğlunu ve kızını okula gönderirken önce ahlak, merhamet, vicdan, görgü kuralları, adap, edep vb. öğrensin; Hak ve hakikate ulaşmanın kaygını çeksin, helali ve haramı bilsin, dünyasından önce ahiretini kazanacak çalışmalar yapsın, maddiyata değil de maneviyata önem versin diyerek gönderiyor?

Pek çok kişi; oğlunu ve kızını, doktor, avukat, hâkim, savcı, mühendis, sanatçı, eczacı, genel müdür vb. yapmak; bir makama getirmek, koltuk, şan ve şöhret sahibi yapmak derdinde… Ama imanlı doktor, avukat, hâkim, savcı, mühendis, sanatçı vb. olsun kaygısını çeken kişi sayısı o kadar az ki… Dinden, imandan, kendi değerlerinden, insani hasletlerden bîhaber yetiştirilen, bunlarla ilgili hiçbir kaygı aşılanmayan gençlerin ileride annesine, babasına, vatanına, milletine, değerlerine bağlı; onları önemseyen ve onlar için yaşayan kişiler olmasını beklemek beyhudedir.

Kısacası bozulan, yozlaşan gençlerin, yeni neslin baş sorumluları bozulan, yozlaşan ve ne için yaşadığını unutan anne ve babalardır.

Önce anne ve babalar düzelmeli ki yetiştirdikleri evlatlar, nesiller düzgün olsun!..