23 yaşındaydı Ahmet. Memleketinden çıkmış, gurbete yol almıştı. İş yok, güç yok. Allah kerimdir dedi, rızkını arayan bulur dedi. Bir ile geldi. Yerleşti. Bir işe girdi. Asgari ücret maaş alıyordu. İşin ne olduğunun önemi yok. Bütün asgari ücretliler statü olarak toplum nazarında aynıdır çünkü. Neyse. Gencecik çocuktu. Hayalleri vardı. Evlenip, çoluk çocuk sahibi olmak istiyordu. Ümitlendi de. Çünkü bir gün bir kız gördü. Hoşlandı, aşık oldu, sevdi. Evlenmek istedi. O kızla yuva kurabileceğini düşündü. Haram gözle bakmadı. Haram göz değdirmedi kıza. Gitti, babasından Allah’ın emri Peygamberin kavliyle kızı istedi. Tabi babası da ne iş yaptığını sordu. Söyledi. Babanın yüzü asıldı. Tabii yıl olmuş 2019. Kızı asgari ücretliye mi gidecekti? Nerede kaldı lüks, şatafat? Ahmet emeğinin hakkıyla, alnının teriyle “helal” para kazanıyordu ama bunun ne önemi var? Kızı vermedi babası. Neyine güvenip de kız istiyormuş canım? Ahmet de öyle dedi. Senin neyine dedi, garibanlığın canı çıksın dedi. Gururuna yediremedi. Kendini astı. Öldü Ahmet. Beş altı ay önce gurbete geldiği ilden, kendini asarak ölüsüyle ayrılacağını tahmin edemezdi elbette.

Artık aileler adayın namaz kılıp kılmadığını, harama helale dikkat edip etmediğini sormuyor falan demeyeceğim. Dedik de ne oldu? Benim değinmek istediğim konu başka. Ahmet çaresiz hissetmişti kendini. Çalabileceği bir kapı bulamamıştı. Müslüman memleketinde çalacak kapı yoktu Ahmet’e.

Sadece İslam düşmanları, hadis inkârcıları, sekülerler değil; Müslümanlar içinde de tasavvuf düşmanları, dergâh düşmanları var ya hani… Hah işte, o dergâhların bir mahiyeti vardı. Sapık der, kendilerince cehenneme yollar sözde âlimler, biz de avamız anlamayız o mevzulardan ama mesela Hazreti Mevlana’nın dergâhının olduğu yerde kimse garibanlıktan intihar etmiyordu. Bırakın intihar etmeyi, o beldede kimse bir geceyi aç geçirmiyordu. Dergâhın kapısını çalıyordu, kimse niye geldin demiyordu, giriyordu, karnını doyuruyordu, yatacak yer veriliyordu. Yüzlerce yıl dergâhlar kimsesizlere, evsizlere, garibanlara sığınacak kapı olmuştu. Gelenin hüviyetine, görünüşüne bakılmazdı. Ne ayyaşlar geçti o dergâhlardan, kimler hidayete ermedi oralarda…

2019 yılında oturduğun yerden dergâha, tasavvufa, mesela Hazreti Mevlana’ya, Yunus Emre’ye düşmanlık yapmak kolay. Kolay da işte Ahmet de gelip kapını çalmadı ama. Senden yardım istemedi. Sen Ahmet’i ölünce tanıdın, duydun. Bir sor kendine: Hayatında kaç yaraya merhem oldun?

İntihar etmiş, cehennemlik diyenler de çıkar illa. Demeyin. Yaşarken derman olmadınız, bari ölüsüne derman olmaya çalışın. Allah affetsin deyin, Allah rahmetiyle muamele etsin deyin.

Bir de lütfen sormama izin verin: Ahmet’i kim öldürdü?