Tarihi şahsiyetler ya da olaylarla alakalı çalışmalar her zaman tartışma konusu olur. Perdeye ya da ekrana çıkacak yapımlarda bu konu geniş kitlelerce ele alınır ve içinden çıkılmaz bir hal alır. Hele İstanbul’un fethi gibi ‘Doğu’yu ve ‘Batı’yı doğrudan ilgilendiren yaşanmışlığa dair yapılacak her çalışma 21. yüzyılda da yeni nesil kılıçların çekilmesini sağlayacaktır.

Rise of Empire: Ottoman, Netflix’te yayınlandı ve benzer bir manzara ortaya çıktı.

6 bölümden oluşan mini dizi belgesel, anlatıcı ve uzman görüşleri çerçevesinde ilerliyor. Uzmanlar, akademisyenler ve yazarlardan oluşuyor. İki Türk tarihçi (Celal Şengör ve Emrah Safa Gürkan) dışındakiler Batılı. Netflix için hazırlanan bir belgeselde garipsenecek durum yok. Ancak sorun, senaryo ve kurguda ortaya çıkıyor.

En başta bir şeyi ifade etmek gerekir. Tarih, yazanın at oynattığı bir meydan. Yani İstanbul’un Fethi’ni Batılılar anlatırken farklı, Türkler anlatırken farklı yol izlenmesi normal. Hangisinin doğru olduğuna karar verecek olan biz değiliz tabi ki. Ancak Batılılar bile yapsa çağ açıp kapatan bir olayda daha mantıklı ve hakiki tavır beklemiyor değildik.

Belgesel, belgeye dayalı demektir. İyi ama kimin belgesine? Rise os Empires: Ottoman’da da belge karmaşası söz konusu. Ancak belgeselin tarihi vesikalara ne kadar sadık kaldığını tartışmak şahsıma düşmez. O yüzden “sizi gidi gavurlar sizi, tarihimizi çarpıtamazsınız” yazısı olmayacak bu…

Netflix belgeselinin senaristi, yapımcısı ve yönetmeni Emrah Şahin. Oyuncuların büyük kısmı da Türk. Dili ise İngilizce. Türkiye’de Türkler tarafından yapıldığını söyleyebileceğimiz bir çalışmanın bu denli geçmişinden habersiz ya da art niyetli yapılmasına anlam veremedim. 6 bölümü oluşturan toplam 450 dakika kadar süre boyunca Türklerin çoğunluğu tipsiz, saraydakiler hariç biçimsiz giyinmiş, bakımsız, evrimini tamamlayamamış canlılar olarak resmediliyor. Oryantalist bakanlar için normal. Türk yapımcının self-oryantalist olması da günümüzde garipsenmeyecek bir durum.

Belgeselin dublajı berbat. Altyazılı izlediğinizde daha çok içine girebiliyorsunuz. Belgesel boyunca dış sesin (Halit Ergenç) Fatih’e “Memed” demesi enteresan.

Fatih için çizilen portre de insafsızca. Hırslı değil çıldırmış, azimli değil zorlayıcı, yönetici değil despot, ısrarcı değil baskıcı, Batılı değil barbar bir Türk! Bunlar yeni şeyler değil. Daha önce de dediğim gibi bir Netflix işinin böyle olması beklenir zaten. Ama en azından daha örtülü şekilde yapılabilirdi. Bütün bir iş boyunca Fatih’in inadından ve Bizans’ın da zayıf olduğu için şehri savunamamasından dem vuran filmde, neden sonra uzmanlar Mehmet’in Fatih olduğunu ve İstanbul’un fethedildiğini dile getiriyor. Sağ olsunlar. Zahmet oldu.

Bir film olarak belgeseli değerlendirdiğimizdeyse bayağılıklar ve tekniğe sığınmış kaçamaklar görüyoruz. En başta senaryo, fazlasıyla didaktik, klişelerle dolu, tarafsız olmak adına sönük ve film dilini yanlış yönlendirici unsurlarla dolu. Arada sırada “Cee” der gibi girip çıkan uzmanlar bir yabancılaştırma etkisi yapıyor. Sadece birkaç saniye görebildiğimiz uzmanları kanıksayamıyoruz.

İstanbul’un Fethi’nin filminde beklenen en normal şey, savaş sahnelerinin başarısı olsa gerek. Ancak Netflix belgeselinde sise, yeşil perdeye, siyaha güvenen kaçamak aksiyon sahneleri görüyoruz. Yakın planlarda iş bir nebze kotarılmış diyebiliriz. Fekat geniş planlar yer yer müsamere havasına kadar iniyor. İzleyicinin beklentisini gidermek için kılıçlar çarpışırken, etler kesilirken bolca tasarım sesi kullanılmış.

Sanat yönetimi konusuna girmek bile istemiyorum. Osmanlı sarayındakiler siyah giyinir, Bizans’takiler renkli… Fatih’in üvey annesi, Muhteşem Yüzyıl’ın eleştirilen sahnelerindeki gibi giyinir. Düşünün ki koca belgeselde örtülü kimse göremedik.

Sinematografi belgeselin en zayıf halkalarından biri. Işık kullanımı kesinlikle ve kesinlikle “nasıl yapılmamalı” sorusunun cevabı niteliğinde. Hele gece sahnelerindeki ay ışığı uygulaması, gece lambası etkisinden de beter… Kameranın bir dili olduğunu düşünmüyorum. Röportajlardaki çerçevelerde ters bakış boşluğu kullanılması dışında sinematik bir çaba kendini hissettirmiyor.

Belgeselde Türkiye’nin en iyi oyuncularından bazıları yer almış. Kadroda az sayıda yabancı var. Bütün oyunculuklar içerisinde sadece Birkan Sokullu ve Selim Bayraktar’ın başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Fatih’i canlandıran Cem Yiğit Üzümoğlu’nun gitgellerle dolu performansı da üzücü. Tuba Büyüküstün bile kendini gösterememiş. Fekat burada oyuncuların zerre kabahati yok. Senaryo kötü ve yönetmen “oyun alamamış”. Böyle bir senaryo ve reji içerisinde iyi oyunculuk sergilemek zaten imkânsıza yakın.

Uzman görüşlerinin şekillendirdiği senaryoya bakılacak olursa Konstantinapol alınmadı, yanlışlıkla verildi. Fatih de hep karşı tarafın hataları sebebiyle kazandı. Öyle ki, uzmanlardan “Bir şekilde, yaptığı her şeyin zamanlaması doğrudur” ve “Mehmet’in aklına nasıl geldiği belli değildir” gibi şeyler duyuyoruz. Yani 2. Mehmet ve kadrosunun başarılı plan yapması ve sonuca ulaşması imkân dahilinde değildir.

Düşünün ki, Konstantinapol’den gizlice Sultan’ın yanına kaçarak gelip bilgi veren Konstantinapollü bir kız, “Şehri alırsanız merhamet edin, vaat ettiğiniz gibi bir hükümdar olun” der ve kuvvetle muhtemel “Memed”in kanlı planları bu şekilde son buluyor… Gemiler karadan geçsin diye kesilen ağaçlara dair protesto eylemi başlasaydı da Galata Kulesi’nin arkasındaki Pera Tepesi’nden aşağı elinde dövizlerle Mimarlar Odası eyleme inse şaşırmayacağız! Gemileri karadan yürütüp Haliç’e indirmenin savaşın kazanılmasına nasıl etki ettiğine dair bir işaret yok. Gemiler iniyor ve o kadar…

Ezan okunurken namaz kılınması, Sırp hükümdarının aralık kalan kapısından çok gizli bilginin öğrenilmesi ve benzeri şeylerden bahsetmek bile istemiyorum. Bu klişelerle izleyiciye hakaret etme hakkının nereden alındığını merak ediyorum.

Belgeye dayalı olması gereken belgeselin kurmaca niteliklerinde Battalgazi’nin olmaması, Akşemsettin diye birini hep beklememiz ama “Osmanlı hayali” olarak kalması, Fatih’in inancına değil kehanetlere bel bağlaması ve hatta son hücum kararını da (bizzat Fatih’in dilinden) “kahinler”in kanaati sonucu vermesi ve daha neler neler… Hele, fetih gününden bir gün önce Ayasofya’nın çatısında görünen enteresan ışık için uzmanın “Bakire Meryem, son günde Konstantinapol’ü terk eder” demesi sonrası Fatih Sultan Mehmet’in “Allah kâfirleri terk etti” tespiti tarihe geçecek cinsten!

Başta da dediğim gibi tarihi belgeler söz konusu olduğunda her çalışma tartışmaya açılır. Kurmaca bir işten daha fazla tartışılır. Zira gerçek, kurgusal bir şeydir. Tarihsel gerçek ise gerçek olamayacak kadar çok defa kurgulanmıştır. Rise of Empires: Ottoman’a da bu zaviyeden sakince bakmak gerekir. Kabul edemediğim, yüksek bütçeli bir işin (bütçe düşüktüyse yapma kardeşim) beceri seviyesinin düşük olması.

Neyse, biz de İstanbul’un Fatih ilçesinin Memed’e yanlışlıkla verilişine dair yeni tarihsel gerçek ile yaşamaya alışacağız.