Mehmet Said Hâlet Efendi, 1760 yılında İstanbul’da doğmuş, Sultan II. Mahmud döneminde görev yapan önemli bir devlet adamıydı. II. Mahmud üzerindeki nüfuzunu gittikçe arttırdı ve padişahın başdanışmanı oldu. Halk arasında “devlet kâhyası” diye anıldı; tayin ve azillerde büyük rol oynadı. Çok hırslı, zekî, hitabeti kuvvetli biriydi. Bürokraside rakiplerinden kurtulmakta çok mahirdi. Öyle ki kendisine rakip olacak herkesi ortadan kaldırmayı başarmıştı.

Çağdaşlarınca son derece merhametsiz, kindar biri olarak nitelendirilen ve pek sevilmeyen Hâlet Efendi, hayatı boyunca menfaatlerinin devamı için muhalif gördüğü herkesi gözünü kırpmadan katlettirmiştir.

Şeyhülislam Hacı Halil Efendi, Sadrazam Mehmed Emin Paşa, Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa, Sadrazam Benderli Ali Paşa gibi isimler onun gazabından kurtulamamış devrin önemli devlet adamlarıdır.

Halet Efendi, rakiplerini idam ettirmekten hoşlanırmış. İdam olaylarına acıyanları da “Genç adam assak acırsınız, ihtiyar assak günah dersiniz; peki biz idam etmek için her zaman orta yaşlı adamı nereden bulacağız?” diyerek azarlarmış.

Pek çok kişinin ocağına incir ağacı diktiği için bir gün, konağının bahçesindeki incir fidanlarını söktüğünü gören hazırcevap bir dostu kendisine, “Aman muhterem!.. Atmayınız o incir ağaçlarını, lazım olur size, birinin ocağına dikersiniz.” demiş.

Yine bir gün bu Halet Efendi, oturduğu yerde uyukluyormuş. Kazasker Mustafa Behçet Efendi de oradan geçiyormuş. Hemen konuyla ilgili hadis-i şerifi hatırlamış, eliyle Halet Efendi’yi göstererek “Aman, fitneyi uyandırmayın!” demiş.

Hâlet Efendi, kethüdâlık mertebesine yükselen Moralı Osman Efendi’yi azlettirmiş, rütbesini aldırmış, geçim derdine sokmuştu. Bütün bunlara rağmen Osman Efendi, bayramlaşmak için Hâlet Efendi’ye geldiğinde kapıda karşılayıp kapıya kadar uğurlarmış. Sebebini soranlara, “Evet ben bu adamı sevmem, elinden her şeyini aldım. Fakat üzerinde bir Osmanlı efendiliği var ki, işte onu alamıyorum.” dermiş.

Devrin şeyhülislâmı Halil Efendi, Halet Efendi’nin bazı icraatlarını eleştirmekten kendini alamaz. Tabii ki Halet Efendi de kendisine kancayı takar, allem edip kalem edip şeyhülislâmı azlettirir. Bununla da yetinmeyip karısıyla birlikte Bursa’ya sürdürür. Aradan bir müddet geçtikten sonra, Halet Efendi bu sefer de türlü hilelere başvurarak Halil Efendi’yi Bursa’dan da Afyon’a sürgüne göndermeyi başarır. Kini bir türlü sona ermeyen Halet Efendi, Halil Efendi’nin İstanbul’daki konağının ahırına, ağzı dikilmiş siyah bir kuzu gömdürür. Halil Efendi’nin zevcesi Ziba Hanım’ı bu işlerle uğraşan sihirbaz bir kadın gibi göstererek, güya tesadüfen buldurduğu bir kuzu ölüsünü saraya gönderir. Son derece öfkelenen Padişah, Ziba Hanım’ın idamını emreder. Şeyhülislâm Halil Efendi, hanımının başına gelen bu felaketi duyunca hemen oracıkta ruhunu teslim eder.

Eden bulur, demişler ya… Halet Efendi’nin de yaptıkları yanına kâr kalmaz. Sultan İkinci Mahmut Han, Mora İsyanına sebep olduğu için Halet Efendi’yi Konya’ya sürer. Daha sonra ise sultanın emriyle 1823’te idam edilir. Boğularak öldürülen Halet Efendi’nin kesilen başı, padişaha gösterildikten sonra İstanbul’da Galata Mevlevihanesi’ne, bedeni ise Konya Dergahı’na defnedilir.

Halet Efendi’nin ölümünün ardından şu meşhur dizeler söylenmiş, bu mısralar çok meşhur olmuş ve halkın dilinde sık sık tekrarlanmıştır:

“Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur;

Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur…”

Peki, günümüzde insanlara zulmeden, kimseye rahat vermeyen, öldüğünde kabir ehline bile huzur vermeyeceğinden korkulan Halet Efendiler yok mu? Olmaz mı?

FETÖ’nün devlet kademelerinden büyük oranda kazınmasıyla kısmen azalsa da bürokraside, siyasette sürekli birilerinin kuyusunu kazan; liyakatiyle, gayretiyle değil de rakip gördüklerinin ayağını kaydırarak onun yerine geçen Halet Efendiler kol geziyor.

Rabbim, bizleri Halet Efendilerden de, şerlerinden de muhafaza buyursun!..