Babaların bir yanı hep kırık, sesleri hep kırık dökük oluyor.

Hayatın gaileleri ile mücadele ederken, evleri ve evlatları için yaralanıyor, yara alıyor ama “güçlü” duruyorlar.

Gecenin bir yarısı yorgunluğu umursamadan, canı ‘dondurma’ istedi diye çocuğunun gönlünü yapana da ‘baba’ deniyor; meyve tabağındaki ezik, ham ve ekşileri seçip yiyene de…

Çocuklardan artan ekmek parçalarını yemek de ‘baba’ olmaktır, “en mutsuz evladı kadar mutlu” hissedebilmek de…

Yavrusunun parmağına ‘kıymık’ batsa yüreği acıyla dolan da babadır, çocuğunun oyun hamurlarıyla yaptığı pastayı yemesi gereken de… Oğlunun veya kızının, önüne koyduğu “fındık” dolu kâseden bir tane alırken; onun acı çıkmasına sevinmektir baba olmak…

Soğuk kış günlerinde herkesten önce sokağa inerek, kontak anahtarını çevirip marş motorunu çalıştıran, bir an önce araba ısınsın diye uzun uzun gaz pedalına basan kişidir baba…

Gece ağlayan bebeği “sakinleşsin” diye sabahlara kadar kucağında gezdiren, uykulu sesle ninni söylemeye çalışan adam eşine yardım etmiyordur aslında, ‘babalık’ yapıyordur.

Çocukluk hatalarını görmeyen, arabayı duvara vurunca, dönüp de hasarlı yere bakmayarak “Akacak kan, damarda durmazmış” diyen, ergenlik hırçınlığıyla sert çarpılan kapının camı tuz buz olduğunda sakince usta çağıran kişidir, baba.

Tek sermayesi daktilosunu bir tedavi parası için satacak kadar gönlü yüce, depozito parasıyla süt alacak kadar gönlü yorgun adamdır baba…

*

Ancak insan insana yük olur. ‘Haksızlık etme’ fırsatı bulan herkes gibi evlatlar da zamanla “haksızlık” ediyor. Kreşlerde anne ve babasız kalan çocuklar, huzurevlerinde anne ve babaları evlatsız bırakıyor da anne babası üzerine titreyen çocukların büyükleri, evlerine sığamıyorsa burada bir ‘tuhaflık’ var.

Koronavirüs ile anlıyoruz ki hep büyükler, ‘büyük acılar’ çekmek zorundalar.

60 yaş ve üstündekilerin salgın karşısındaki zayıflıkları ile sokakta olmamaları istenirken; zaten zor sığdıkları evlerde çektikleri sıkıntı aklınıza geliyor mu hiç?

Yıllara doymuş, yaş almış bu insanlar, gençler kadar anlamıyor mu yani söylenenleri? Kimileri evlerinde değil de sokakta, parkta niye “ölüm” bekliyor mesela?

Korona salgını, yaşarken ölmek gibi… Henüz virüs bulaşmamış; ancak pandemi etkisi yüzünden ‘mikroplu’ görülen ihtiyarlar, söylemekte zorlandığı bazı şeyleri suskunlukla geçiştiriyorlar.

Sızı nereden geliyorsa; yara oradadır. ‘Virüs öldürür’ deniyorken; bulaşması en muhtemel yerdeyse büyükler, “evlerinde yer bulamamaktandır.” Zabıta ile yaşlı kovalamak yerine, evlatların verdiği huzursuzluğa bakmalıyız.

*

Bir ömrün finali böyle olmamalıydı. Ne evlerine sığabiliyor ne sokakta isteniyor büyükler.

Ruhun uyanmak için titremesi gerekiyordu belki de. Koronavirüs salgını, kadim misafirlerini bekleyen büyüklerin, evlerinde neler çektiğini de gösterdi.

Yağmur gibidir hüzün; yağdı mı bir defa, az çok fark etmez.

“Allah insanı evlatlarından korusun” duasını edebileceğimiz o kadar çok hane var ki…