Allah Resûlü (aleyhissalatü vesselâm), sonunu düşünmeyip dünyaya aldanan insanı ipek böceklerine benzetir. Zira ipek böceği, kendine yuva örer ve sonunu bilmez. Bir müddet sonra oradan çıkmak ister. Çıkacak yer bulamayınca da ördüğü yuvada ölür ve onca emeği başkalarının işine yarar.

Rivayete göre İran hükümranlarından Keyhüsrev’in tacında şöyle yazar:

-Yüz yıl, bin yıl, on bin yıl, belki çok daha fazla insanlar kabrimizi çiğneyecek. Cihanın mülkü bize nasıl elden elden geldiyse, yine öyle elden elden gezecek…

‘’Bizim Yunus’’ ise şöyle seslenir:

Nice han, nice sultan

Tahtı bıraktı geçti

Dünya bir penceredir

Her gelen baktı geçti

Evet öyledir:

Akil olan anlar bunu dünya misafirhanedir

Baki safa tahsiline sa’y etmeyen divanedir

Ve İbni Mesud hazretleri reçetemizi verir:

-Dünyada herkes misafirdir. Yanındaki şeyler de emanettir. Misafirin gitmekten, emanetin ise geri alınmaktan başka çaresi yoktur.

O halde misafire misafir, emanete emanet gibi davranmak boynumuzun borcudur. Böyle bir tavır, sonu hesap gününe çıkan zorlu yolları da bize kolaylaştırır…

Malik bin Dinar hazretlerinin tespiti şahanedir:

-Her kim dünyaya evlenme teklifinde bulunursa (yani kalbini ona adarsa), dünya ondan nikahın bedeli olarak dininin tamamını ister.

İmam-ı Rabbanî hazretleri bir müridine; “Dünya, seni, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler demektir.’’ buyurur. Dünya denilen ölümlü keşmekeşe dair ne güzel bir tasvir… Büyük sözü, nice laf kalabalığının anlatamadığını bazen böyle tek cümleyle anlatır. Nitekim mesele berraktır: Kula, Allahü teâlâyı unutturan ne varsa dünyadır. Elbette fânidir. Sonsuzluk ise dünyadan ötedir. Ve dahi ‘’Devamlı olanı geçici olana tercih edin’’ buyurulmuştur.

Tercihlerimizi yanlış yapıyoruz.

Hadis-i şerif bizi ihtar eder:

-Lâ ilâhe illallah sözü, ahiret dünyaya tercih edildikçe Allahü teâlânın gazabından korur. Dünya kârını ahirete tercih eden, Lâ ilâhe illallah dediği zaman, Allahü teâlâ “Yalan söylüyorsun, sözünde sadık değilsin” buyurur.

Ne ağır…

Ve gönülleri avlayan o Hak dostu, o büyük İmam-ı Rabbanî; Müslümana, ruha oturan bir başka ağırlık kondurur:

-Her-çi maksûd-ı tüst, ma’bûd-i tüst.

(Maksadın ne ise, taptığın odur!)

Her hatalı tercihte, en riyakâr, en sefih yalancılıklara hapsoluyoruz. Allah’tan başka ilah tanımadığımızı ikrar ediyoruz sürekli. Diğer yandan, bize kulluğu unutturan ne varsa gaye ediniyoruz. Nefeslerimizi hep bu akıl dışı tercihle tüketirken, nefislerimizi en tükenmez hırslara tiryaki ediyoruz. Malayani hazlarla harcıyoruz ömrümüzü. İpek böcekleri gibi, kendi ördüğümüz ihtiras yuvalarında boğuluyoruz.

Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) cennette yasak ağaçtan yedi. Sonra da hâcetini gidermek ihtiyacı hissetti. Bunun üzerine âlemlerin Rabbi şöyle buyurdu:

‘’Yâ Âdem, burada def-i hâcet yapılmaz. Onun yeri dünyadır.’’

Dünyaya biçtiğimiz değer bu olmalıydı işte. Biz daha dünyaya gelmeden, öz babamıza dünyanın ne olduğu öğretilmişti.

Büyük sözü dinlemek lazım.

Dinlemiyoruz.

İbrahim Ethem hazretlerinin işaret ettiği gibi:

Dünyanın peşinde koştuğu Büyükler ondan kaçarken, biz, dünya bize sırtını çevirdiği halde onun peşine düşüyoruz…