Ben bu mahallenin asabi çocuğuyum.

Sükunetin bereketini, dizgin tutmaz galeyanlarla savunan heyecanlı bir adamım.

Bazı köklü meselelerim, keyif kaçırıcı birtakım hafakanlarım var...

Geçtiğimiz altı sene boyunca, beni ben yapan tüm o haysiyetli cinnetleri paylaşmaya çalıştım.

Göz göze geldiğiniz her tavır ne tek bir şeyi anlatmak ne de her şeye ukalâca dokunmak tasasındaydı.

Sesimi yükselttiğim her an, bir şeyde her şeyi ve her şeyde bir şeyi aradım.

Her kelam, ruh bohçamın dimağıma saçtığı fikir kırıntılarından bir mostra; her yazı, kimliğimi ve mukaddeslerimi kollayan birer kontra manevraydı.

Öğretmek haddim değil. Tesire gücüm yok. Kahraman olamam.

Sadece yazdım.

Beni kaleme iten seçkin mevzulara, Müslümanca bir bakış atma gayesi taşıdım.

Zihin dünyama yaptığım seferlere yolcu çağıran bir duraktı her başlık…

Her yeni yazıda, benimle aynı güzergâha akacak kalabalıkları arzuladım.

Tabii ki rahatsız oldular.

Romantik ezberlere, kıraç ideolojilere, ucuz melankolilere hapsolanlar; kelimelerime hiçbir zaman katlanamadılar. Hiçbir vakit; benimle aynı istikamette, aynı endişede, aynı öfkede buluşamadılar.

Onlarla aramdaki şerefli mesafe için şükrediyorum.

Evet, dokunulmaz şaibelerin döndüğü bir kavgadayım…

Elimden gelen, benden önceki büyük haykırışlara çelimsiz bağırışlarla eşlik etmekti. Hayra düğümlenen bir niyet ve kurtuluşa koşan bir akıbet umdum. Kendime belirlediğim asil tarafı şevkle ilan ettim. Olduğumu değil, olmak istediğimi; varmışlığımı değil hasretliğimi anlattım. Mahzeninde dev hararetlerin saklandığı şuur vitrinimi, buruk ve hengameli ıztıraplarla öz muhitime açtım.

Güzelden edeple haber verebilmiş ve çirkine doğru açıdan nişan alabilmiş hiçbir satırı kendimden bilmiyorum.

Bugün, kendi irademle Diriliş Postası ailesinden ayrılıyorum.

Yirmili yaşlarımın hemen başında bana bu mesuliyeti vermekten korkmayan eski Genel Yayın Yönetmenimiz Erem Şentürk’e, bana verdiği değeri her fırsatta hissettiren mevcut GYY’miz Recep Yeter’e, Genel Müdürümüz Orhan Pekçetin’e, ara sıra tatlı tatlı didiştiğimiz İlhan Aküzüm’e, zarafeti ve dostluğuyla kalbimde hoş bir tat bırakan Muhammed Demirci’ye ve desteğini benden esirgemeyen kıymetli ağabeyim Muhammed Akosman’a teşekkür ediyorum.

İsmini sayamadığım tüm personelimize ve gazetemizin imtiyaz sahiplerine bütün emekleri için ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum.

Popüler bir figür değilim, olmaya da pek uğraşmadım. Sosyal mecralara takılı kalsaydım bir yerde pes edebilirdim. Fakat zaman zaman aldığım geri dönüşler kalemimi diri tutmaya vesile oldu. En şaşaalı teşekkürü, hususi okurlarıma ithaf ediyorum.

Birkaç mevzu dışında hemen her istediğimi yazabildiğim için mutluyum.

‘’Ulusal’’ ölçekte yayınlanan ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarıyla kuşatılan bir gazetede, sataşabildiğim bütün ‘’tabu’’lara şahsî üslubumla sataşmaya çalıştım.

Benden olana derdimi anlatmak, benden olmayanla savaşmaktan daha yorucu oldu.

Belki bir gün, taptaze bir hevesle, yepyeni bir heyecanla tekrar görüşürüz.

Hakkınızı helal edin.