Katıldığım programlarda kimi zaman genç dinleyicilerin “Okumadan yazmak mümkün mü?” tarzında sorularıyla karşılaşıyorum. Sosyal medya neslinin kısa yoldan neticeye ulaşma arzusu burada da kendini gösteriyor. Gençlerin maddi kazanç yollarını arayıp bulmalarına, hatta bazılarının bunda muvaffak olmalarına diyeceğimiz bir şey yok. “Youtuber” olmak gençlerin hayalini süsleyen meslek haline gelmiş durumda. Hem para kazanıyorlar hem de kısa yoldan şöhreti buluyorlar. Bu amaçlarına ulaşmak için de her yolu mubah görüyorlar.

Fakat konu yazmaya gelince bunun bilinen kısa bir yolu olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Atalarımız “zahmetsiz rahmet olmaz” der. İyi bir yazar olmanın yolu hiç şüphesiz sağlam bir okumadan geçer. Bunun kaçarı göçeri yok! Kaldı ki yazarların ekseriyeti yazar olmak için yola çıkmaz. Tam aksine küçük yaşlardan itibaren iyi bir okur olmaya çalışırlar ve nihayetinde okuduklarının zorlamasıyla kendiliğinden elleri kaleme gider. İyi bir yazar olmanın doğal süreci budur.

Yine atalarımız “iki dinle bir konuş” der. Özellikle gelişim çağlarında daha çok almaya, dolmaya, tecrübemizi artırmaya çalışmak akıllıca olan yoldur. İnsanın iki kulağı bir ağzı olması buna işaret ediyor olsa gerek. Lakin günümüz haz ve hız çağı olarak anıldığı için uzun süreli yürüyüşlere kimsenin sabrı yok. Sağda solda pıtrak gibi açılan “Yazar Okulu” çalışmaları bu aceleciliğin tezahürlerinden biridir. Gençlerin ilgi gösterdiği bu kurslarda “on adımda yazar olmanın sihirli yöntemleri” vadediliyor. Her nedense bu kursları bitirip de eli yüzü düzgün bir kitap yazanına rastlamadım.

Yayın piyasasına baktığımızda adı “yazar” olarak geçen kimi popüler isimler de yok değil. Daha çok kişisel gelişim, yaşam koçluğu, çocuk kitapları, tasavvuf veya dini kitaplar alanında yazan bu şahısların dahi az çok okumuşluğu vardır. Kitlelerin meraklarını, eğilimlerini dikkate alan bu popülist kitapları birer alıntı deryası kabul edebiliriz. Nitekim önsöz haricinde kitabın neredeyse tamamını Kuran’dan, Hadislerden, Mevlana’dan, İbn Arabi’den veya Abdulkadir Geylani gibi isimlerden yapılan alıntılar oluşturuyor. Bu sözde yazarların ekseriyetinin “Youtuber” olarak şöhret kazandıktan sonra bir kazanç kapısı olarak kitap yayımlamayı alışkanlık haline getirdiğini eklemiş olalım. Çünkü bu şöhretler ne yazsa kapış kapış satılıyor. Hele ki imzalı olursa…

A. Schopenhauer’un şu sözü adeta bugünü tarif ediyor: "Dünyada kitaplardan daha tuhaf satış metalarına rastlamak galiba imkânsızdır: Anlamayan kimseler tarafından basılır,  anlamayan kimseler tarafından satılır. Şimdilerde ise anlamayanlar tarafından kaleme alınıyor." Çünkü günümüzde yazar olmak için tek engel yazdıklarınızın bir yayınevi tarafından yayımlanması. Yayınevleri bu noktada sadece kazanacağı paraya bakıyor. Hiç kimse eserin içeriği, özgünlüğü veya edebi değeri noktasında endişe taşımıyor.

Oysa iyi bir yazar olmanın ilk şartı kendinden önce yazılmış eserleri okumaktır. İkinci şart ise yazacağı alana dair derin bir tefekkür (düşünme) alışkanlığı edinmektir. Beynini çatlatırcasına tefekküre dalmayan, özgünlük arayışı içerisinde olmayan, yazdıklarının şuuruna ermeyen kişi etkili bir yazar olamaz. Günübirlik tüketilen popüler kitaplar bu anlamda burger kültürünü anımsatırken nitelikli eserler bin yılların süzgecinden geçip geleceğe uzanan ziyafet masasını andırır. Aradaki farkı sağlayan engin okuma kültürü ve birikimdir. Bu sebeple iyi bir yazar ortaya koyduğu eserin en acımasız eleştirmenidir.

T. S. Eliot bakın bu konuda ne demiş: “Bir millet, büyük yazarlar, özellikle büyük şairler çıkarmaya devam edemezse, o milletin konuştuğu dil de, kültür de bozulur ve belki de daha güçlü bir dilin içinde eriyip gider. Bir insan çok büyük bir bilgi yığınına sahip olabilir, fakat kendi kendisine üzerinde düşünerek bu bilgiyi gerektiği gibi işlememişse, tam olarak üzerinde düşünülmüş çok daha küçük bir bilgi miktarından daha kıymetsizdir. Çünkü bir insan ancak dört bir taraftan topladığı bilgiyi bir araya getirip bildiği şeyleri bir doğruyu diğeriyle mukayese ederek terkip haline getirdiği zaman ona tamamen hâkim olur ve onu kendi gücüne-melekesine dönüştürür. Bir insan bilmediği bir şeyi zihninde evirip çeviremez, düşünemez; bu yüzden önce bir şeyi öğrenmelidir; fakat bir insan ancak üzerine düşündüğü şeyi bilir.”

Dolayısıyla okumadan yazmaya çalışmak henüz birinci basamaktayken yirminci basamağa atlamaya benzer. Bu durumda ya ayağını kırarsın ya da yuvarlanıp geldiğin birinci basamağın gerisine düşersin. Kaldı ki içinde yaşadığı milletin diline, kültürüne katkı sunmak isteyen bir insan kalıcı ve özgün bir eser ortaya çıkarmanın derdini taşımalıdır. Öteki türlü hareket edenler günübirlik menfaatler uğruna diline de kültürüne de zarar vermekten başka neticeye ulaşamaz ve kısa zamanda unutulur gider. Yazımızı yine Eliot’ın sözüyle tamamlayalım: “Her insan kendine yakışanı yapar, çünkü kalite asla tesadüf değildir."