Hazırlayan: Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi Genç Yazarları

Yüce Rabb’imiz Azze ve Celle, Bakara suresi'nin 185. ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor: “Ramazan ayı insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur'an'ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin.”

İşte nihayet geçen haftadan itibaren bu mübarek ayın içine girmiş bulunmaktayız. Sahurlar, iftarlar, teravihler, akraba ziyaretleri ve tabii ki vazgeçilmez muhabbet ve sohbetler... Bu sohbetler esnasında hep büyüklerimizden içi hasret dolu şu lafzı duyarız: “Ah ah, nerede o eski Ramazanlar?” Yine bu sorunun cevabını ise ecdadımızda yani Osmanlımızda bulmaktayız. Cihan-şümul bir devlet olmasının yanında Devlet-i Aliyye aynı zamanda gelenek, görenek, ahlak ve dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir medeniyetle eşsiz ve benzersiz bir imparatorluk idi. Aynı zamanda Osmanlının Ramazan kültürü ve gelenekleri de bu güzel medeniyetin bir parçasıydı. Peki, bu Ramazan gelenekleri nelerdi? Gelin bunlara beraber bakalım.

Osmanlıda Ramazan Tembihnamesi

Zarif bir Osmanlı geleneğidir Ramazan tembihnameleri. Ramazan teşrif etmeden sultan tarafından ferman olarak yayımlanan bu tembihname, halka ahlaki ve dinî uyarılarda bulunmak için hazırlanırdı. Padişah hazırladığı fermanda Ramazan ayının huzurlu geçmesi için halka gerekli olan bütün tembihleri yapardı. Bu tembihlerden bazıları şunlardır:

"Padişahımızın bazı camileri teşrifi ihtimal dâhilinde bulunduğundan herkes vazifesini en iyi şekilde ifa ede ve saygıda kusur etmeye. Ramazan’da her zamankinden daha dikkatli ve edepli davranıla. Kurallara uyula.”

Sultan II. Mahmut’a kadar bu tembihnameler sokakta halka okunur,  camilerde hatipler ile cemaate ve mahallelerde bekçiler tarafından sakinlere okunurdu. Sultan II. Mahmut Dönemi'nden sonra bu tembihnameler halka kitapçık hâlinde dağıtılmaya başlanmıştır.

Zimem defteri

Devlet-i Aliye-i Osmaniyye'den bizlere miras bırakılan bir Ramazan kültürüdür zimem defteri. Ecdadımız gibi biz de çok şükür bu mirasa sahip çıkmaktayız. Zimem defteri, günümüzde bakkallardaki veresiye defterinin Osmanlıdaki adıdır. Ramazan ayında varlıklı zengin kimseler esnaf dükkânlarına tebdil-i kıyafet ile girerek bu defterleri satın alırlardı. Bu geleneğin temeli borcu kapatanın kimin borcunu kapattığını bilmemesi ve borcu kapananın borcunu kimin kapattığını bilmemesi esasına dayanmaktaydı. İşte biz böyle ulu bir ecdadın torunlarıyız. Böyle şanlı bir ecdadın bir o kadar şanslı torunları...

Huzur dersleri

Ramazan-ı şerifte padişahın huzurunda yapılan tefsir derslerine “huzur dersleri” denirdi. Ramazan ayına ve Osmanlı sarayına has olan bu dersler bir mukarrir ve sayıları 7 ile 15 arasında değişen muhataplardan oluşurdu. Mukarrir ders anlatır, muhataplarsa ders konularını usulünce dinleyerek tartışmaya açardı. Bu tartışmalar genelde Kadı Beyzâvî tefsiri üzerinde olurdu. Önceki dönemlerde de yapılan huzur dersleri, Sultan III. Mustafa döneminde mutat hâle getirilmişti. 1759’dan itibaren mütemadiyen gerçekleştirilen bu dersler, Ramazan ayında pazartesiden perşembeye, öğle namazından ikindi namazına kadar yapılır, ikindi namazından sonra padişahın hareme çekilmesiyle son bulurdu. Huzur dersleri son Halife Abdülmecid dönemine kadar devam etmiştir.

Diş kirası

Osmanlı milleti öyle nahif, zarif ve düşünceli bir toplumdu ki Ramazan ayında iftar yemeklerinin başlamasından itibaren evlerin kapıları açılır. Böylece sokaktan geçen bir kimsenin o evde yemek yemesine vesile olunurdu. Ardından misafire meşhur Osmanlı şerbeti ikram edilir ve sonrasında misafire “diş kirası” ismi verilen bir miktar para verilirdi. Bunun manası ise “Evimize geldin, soframızı bereketlendirerek yemeklerimizden yedin ve bize sevap kazandırdın.” demektir.

Mahyacılık

Bu geleneğimiz de elhamdülillah günümüze kadar ulaşmıştır. Mahya, iki ya da daha fazla minareli camilerde iki minare arasına yazılan ve zeytinyağı kandili ile aydınlatılıp geceleri hoş bir görüntü ortaya çıkartan yazılardır. Ayrıca bu yazılar her gün değişirdi. O dönemdeki teknoloji şimdiki kadar gelişmiş olmadığından mahyacılar, bir mahya için bütün gün çalışırdı.  

Osmanlı döneminde mahya yazıları “emr-i bi'l ma'ruf, nehyi ani'l münker (iyiliği emretme, kötülükten alıkoyma)” düsturu üzerinedir. Ramazan’ın ilk on beş günü ayetler hadisler ve güzel sözler, son 15 günü ise “kule”, “piyade kayığı", “yandan çarklı", “çifte kayık", “salıncak" vb. hareketli tasvirler minareler arasındaki yerini alırdı. Bu hareketli tasarımlar en çok çocukların dikkatini cezbediyor ve büyük bir heyecanla akşam olmasını bekliyorlardı. Çünkü mahyacılar, o günkü hareketli tasvirin ne olacağını gizli tutuyordu ve çocuklar ise gün boyu o akşam hangi mahyanın asılacağı konusunda tahmin yürütürlerdi.

Tarihimizdeki en ünlü mahyacı ise Abdüllatif Efendi'dir. 1877 yılında Süleymaniye Camisi'nin iki minaresi arasına yaptığı hareketli “hünkâr kayığı" tasviri ile ünlenmiştir. Abdüllatif Efendi, sadece cami minarelerine değil aynı zamanda gemi direklerine de mahya asmasıyla bilinirdi. Günümüzde İslam ülkeleri arasında mahyanın en çok yapıldığı yer Türkiye'dir. Şehir olarak ise İstanbul'dur. Bunun nedeni ise iki minareli camilerin en çok İstanbul'da bulunmasıdır.

Diğer Gelenekler

Osmanlı’da her Ramazan uygulanan bir diğer gelenek ise Ramazan boyunca fiyatlara asla zam yapılmamasıydı. Padişah, Ramazan’dan önce bir ferman yayımlayarak azami fiyatı belirler ve hiç kimse onun üstüne fiyat koymazdı.

Osmanlı Dönemi’nde Ramazan ayı genel olarak resmî bir festival gibi geçiyordu. İnsan gece yaşarken gündüzleri dinleniyordu. Sahur vaktine kadar Karagöz, meddah, orta oyunu gibi programlar yapılıyor, yetenekli insanlar hünerlerini sergiliyordu. Sahura doğru ortaya çıkan davul ve mani geleneği Ramazan boyunca devam ediyordu.

Tebaasında 72 milleti barındıran Osmanlıda, sadece Müslümanlar değil gayrimüslimler de Ramazan ayına hürmet ederdi. Saygısızlık olmasın diye sahurdan sonra asla dükkân açılmazdı. Açan olursa da dükkânının dışarıdan görünen yerlerini bir perde ile örter böylece oruçlu bir kimse bir gayrimüslimin yemek yemesini görmezdi. Dışarıda bir kimse asla yemek yemezdi. Çocuklar bile hürmeten “tekne orucu" tutarlardı.

Daha önce dile getirdiğim gibi böyle şanlı bir ecdadın şanslı torunlarıyız. Müslüman olsun gayrimüslim olsun içinde 72 milletin selametle yaşadığı, 6 asır hüküm süren bir cihan imparatorluğu idi Osmanlı. Bu şanlı devletimiz yıkılsa da yakılsa da küllerinden bir cumhuriyet devleti kurduk Rabb’imize hamdolsun. Rabb’im aynı cihangirliği Türkiye’mize de nasip etsin inşallah. Yazımı Alvarlı Muhammed Lütfi'nin şu beyti ile bitirmek istiyorum.

Ramazandır bugün cânâ mü'minler şâdümân oldu.
Açıldı bâb-ı rahmetler bize dâru'l-emân oldu.

Editör: TE Bilisim