Azgın bir güruh var. Sayıları hiç de az değil. Türkiye, koronavirüs salgınından en ağır zararla çıksın. Rezil olabildiği kadar rezil olsun. Ekonomi yerlerde sürünsün. Sonuçlar ne kadar olumlu olursa olsun gözleri kör. Ahlaksız oldukları için Allah korkuları yok. Bilimsel yöntemler umurlarında değil. Siyasetin azgın atları birbirlerine tepikleyip dursun…

Sanıyorlar ki… Böyle olunca kendilerine alan açılacak. Siyaset yeniden dizayn edilecek. Millet onlara teveccüh gösterecek. İlk seçimde iktidar partisini alaşağı edip ceylan derisi koltuklarda kendileri oturacak.

Böyle olunca ne olacak?

Sanıyorlar ki… Dünya duracak. Onları bekleyecek. Onlar da elbirliği ile batırdıkları bu güzelim ülkeyi güle oynaya düzlüğe çıkaracak.

Öyle olmayacak…

Türkiye batsın. Libya’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de başını kaldıramasın. Gazze’ye, Doğu Türkistan’a, Afrika’ya, Rumeli’ye elini uzatamasın. Terörden başını kaldıramasın.

Pandemi (salgın), bütün dünyanın imtihanı…

Bizim de…

İzliyoruz: Haberlerde, birçok insan sokağa çıkıp hava almanın kendilerini rahatlattığını, evde çok sıkıldıklarını söylüyor. Evlerin insanı bunaltan, sıkan, herhangi bir şey yapılabilecek bir yer olmadığını düşünüyor olmaları ilginç. Daha da ilginci… Evde sıkılan kendini tabiatın kollarına atmıyor. Sokaklarda olmak, gelen  geçen insanları izlemek rahatlatıyor insanları…

Toplum kendini ne zaman bu kadar huzursuz ve yetersiz hissetmeye başladı?

Ya da asıl soruyu şöyle soralım: ‘Ev’imizin içi ne zaman bu kadar boşaltıldı?

Okuma köşesi, ibadet köşesi, sohbet köşesi, tefekkür köşesi…

Siyasetin de, sosyal hayat mühendislerinin de…

Herkesin cevap araması gereken soru bu…

Hacimler küçüldü. Onlara yüklenen değerler de…

Ev, insanların değil artık eşyaların oldu. Eşyalar da insanı boğdu.

İnsan yüzünü hanif olan dinden çevirdi. Dolayısıyla yüzünü hangi fıtrat üzere yaratıldı ise yeniden ona döndürmesi gerekiyor (Kur’an-ı Kerim, 30/30).

Allah ile aldatanları da unutmamak gerekiyor…

Tolstoy, “İnsan Ne İle Yaşar”da, “İnsan Tanrı’yı daha iyi anladıkça, O’nu daha iyi tanır. Tanrı’yı daha iyi tanıdığı zaman da, O’na daha yakınlaşır, böylece O’nun iyiliğini, merhametini ve sevgisini daha iyi örnek alabilir” der.

Amerika, koronavirüs salgınının ana merkezi oldu. Ölü sayısı 120 bine yaklaştı. Hastalığın başladığı Çin, savaşı kazanmış görünüyor. Salgın devam ederken Georg Floyd cinayetiyle Amerikan toplumu yeniden ve tam olarak ortadan ikiye yarıldı.

Her iki trajediyi de imtihan olarak görmek gerekiyor.

Yani insanlık –hangi millet olursa olsun- fıtri olana dönmek zorunda…

Amerika’nın içinde bulunduğu durum yeni değil. Kendi azgınlığıyla dünyaya korku salmasının tarihi çok eskilere dayanıyor. “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” (Kızılderili atasözü) uyarısına rağmen…

Max Horkheimer’in tespitiyle…

Pentagon, “Günümüzde, genel kabul görmüş değerlerin hızla çökmekte olan hiyerarşisine bir felsefi temel sağlayabilmek” konusundaki başarısıyla ancak makyajlayabiliyor gerçeği…

Suçlar giderek artıyor. Çağımızın acıları, toplam insan acılarına eşit.

Bu yazı da…

İnsanlığın yaşadığı savrulmaya benzer bir kaderi paylaşıyor. Ama kesin olan şu:

“Dini-ahlaki terbiye ve aile, aşikar olarak bir çıkar yol teşkil ederler. Ne var ki şimdiye kadar ne ilim dine sığınabilmiş ne de uygarlık klasik aileye dönebilmiştir. Uygarlık açısından daire kapanmış bulunmaktadır.” (A. İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam)

O yüzden…

“Adil bir Allah olduğunu düşündükçe, ülkem adına korkudan titriyorum” (3. ABD Başkanı Thomas Jefferson) diyenlere karşı…

Şimdi, “Egemenlerin ideolojisine karşı kendi tarafını belirleme” zamanı…