Hicaz bölgesine demir yolu yapılmasına dair ilk fikirler 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya atıldı.Hicaz bölgesine demir yolu inşasına dair en kapsamlı teklif, 1891’de Ahmed İzzet Efendi’den geldi.

Cidde Evkaf Müdürü İzzet Efendi Şam’dan başlayarak Medine’ye kadar getirilecek bir demir yolunun Hicaz’a yönelecek dış saldırılar ve bölgede çıkabilecek isyanlara karşı önemli bir savunma vasıtası oluşturacağını, aynı zamanda hac yolculuklarını da büyük ölçüde kolaylaştıracağını yazmaktaydı.

Teklifle Sultan 2. Abdülhamid, inşaata başlanmasını emretti ve 1 Eylül 1900’de inşaat başladı. İlk aşamada Şam’dan Mekke’ye ulaşması planlanan demir yolu hattının ileride Akabe ve Cidde’ye bağlanması, hatta Yemen’e kadar uzatılması düşünüldü.

50 GÜNLÜK HAC YOLCULUĞU 5 GÜNE İNDİ

Hicaz Demir Yolu’nun yapılmasındaki sebeplerin başında askeri, siyasi ve dini amaçlar vardı.

Her şeyden önce demir yolu bölgeye asker sevkini hızlandıracağından muhtemel ayaklanmalara ve dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı savunma rolü üstlenecekti. Hicaz ile Yemen’e asker ve mühimmat sevkiyatı demir yoluyla yapılaRAKSüveyş Kanalı’na duyulan ihtiyaç ortadan kalkacaktı.

Hicaz hattı, büyük zorluklarla yapılabilen hac yolculuğunu büyük oranda kolaylaştıracaktı.

Çünkü Suriye’den Medine’ye yaklaşık 40, Mekke’ye 50 gün süren, uzun ve Bedevilerin saldırıları sebebiyle tehlikeli olan yolculuk 4-5 güne inecekti. Proje aynı zamanda 2. Abdülhamid’in İslam alemindeki itibar ve nüfuzunu da kuvvetlendirecek, Müslümanların ortak bir eser ve amaç etrafında dayanışmasını sağlayacaktı.

Bunların yanı sıra demir yolunun işletmeye açılmasıyla birlikte ticari faaliyetlerin gelişeceği, ekonomik canlılıkla şehirleşmenin de hızlanacağı tahmin ediliyordu.

DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAN MÜSLÜMANLAR BAĞIŞ YAPTI 

Maliyeti böylesine yüksek bir projenin gerçekleştirilmesi için finansman meselesinin Müslümanlardan toplanacak bağışlarla çözümlenmesine karar verildi. Yurt dışındaki Osmanlı temsilcilikleriyle İslam ülkelerindeki resmi-sivil birçok kişi bağış kampanyasına destek verdi ve ilk bağış 50 bin lira ile 2. Abdülhamid’den geldi. Dünyanın dört bir yanında yaşayan Müslüman toplumlardan bağışlar geldi.

2. SULTAN ABDÜLHAMİD TARAFINDAN AÇILDI 

Demir yolunun teknik işlerinin idaresi 1901’de Alman mühendis Meissner’e verildi. Onunla birlikte 17’si Türk ve diğer milletlerden toplam 43 mühendis çalışıyordu. İnşaat ilerledikçe Avrupalı mühendislerin sayısı azalırken Osmanlı mühendislerinin sayısı arttı ve edindikleri tecrübe sayesinde kutsal topraklardaki inşaatı tamamen Müslüman mühendisler gerçekleştirdi. İşçiler büyük ölçüde askeri birliklerden sağlandı. İnşaatta çalışan erlere de işleri karşılığı belirli bir ücret veriliyor, ayrıca terhisleri erken yapılıyordu.

Demir yolu inşaatına Şam-Der’a arasında başlandı ve 1903’te Amman’a, 1904’te Maan’a ulaşıldı. Hayfa demir yolu, 1905’te tamamlandı ve Der’a Hayfa’ya bağlandı. Böylece Hicaz Demir Yolu Akdeniz kıyılarına ulaştı.

Aynı yıl Müdevvere’ye, bir yıl sonra Medain-i Salih’e ulaşıldı. Bu noktadan sonraki inşaatın tamamı Müslüman mühendis, teknisyen ve işçiler tarafından gerçekleştirildi. el-Ula’ya 1907’de, Medine’ye 1908’de varıldı. Hayfa şubesiyle birlikte 1464 kilometreyi bulan Hicaz Demir Yolu, 1 Eylül 1908’de yapılan törenle bizzat 2. Abdülhamid tarafından işletmeye açıldı.

1909’da Hayfa-Şam arasında her gün, Şam ile Medine arasında ise haftada üç gün karşılıklı yolcu ve ticari eşya taşınıyor, ihtiyaç halinde inşaat malzemeleri, askeri erzak ve hacıların nakli için ilave tren seferleri düzenleniyordu. Hat güzergahında irili ufaklı çok sayıda istasyon bulunması ve hareket saatlerinde namaz vakitlerinin dikkate alınması yolcular açısından kolaylık sağladı.

TOPLAM BİN 750 KİLOMETRELİK DEMİR YOLU  

2. Abdülhamid’in 26 Nisan 1909’da tahttan indirilmesinden önce resmi belgelerde “Hamidiye Hicaz Demir Yolu” olarak da geçen Hicaz Demir Yolu, 1917 yılına kadar yapılan Akka-Beledüşşeyh (17 kilometre), Afule-Lüd (100 kilometre), Vadiüssur-el-Avca (155 kilometre), et-Tin-Beytülhanum (39 kilometre) şube hatları ve Kademişerif’ten Şam’a döşenen raylarla 1750 kilometre uzunluğa erişti.

“RUSYA’DAN FAS’A KADAR PEK ÇOK MÜSLÜMAN İSTİFADE ETTİ” 

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Osmanlı Devleti’nin krizler yaşadığı ve bölünme tehdidi altında olduğu dönemde birliği ve dirliği sağlayacak projelere ihtiyaç olduğunu söyledi.

Sultan II. Abdülhamid’in en önemli siyasi amaçlarından birisinin de İslam birliği siyaseti olduğunu ifade eden Kurşun, sultanın atalarından miras olarak devraldığı İttihad-i İslam fikrini o günkü şartlara uyarlayıp, hem imparatorluğun içindeki Müslümanlar hem de dışındaki Müslümanlar arasında entegrasyonu, dayanışmayı, yakınlaşmayı, iş birliği ve yardımlaşmayı sağlayan bir amaca dönüştürdüğünü dile getirdi.

Batılıların Sultan Abdülhamid’in bu siyasetine Panislamizm adı verdiğini hatırlatan Kurşun, bunun yanlış bir tanımlama olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:

“O doğrudan başkasının zararına gelişen bir operasyon değil, doğrudan Müslümanlar arasında birliği ve dayanışmayı hedefleyen bir siyasetti. Yani ne bir Panislamizm ne de Pangermenizm gibi bir hareket değildi. Bu siyasetinin en önemli sembolü de Hicaz Demir Yolu olmuştur. Bütün Müslümanların hizmetine sunulan demir yolu Müslümanları hacca taşırken, İstanbul’a ve halifeye de bağlılığı sağlıyordu. Bu hat sadece içerideki Müslümanlara değil, başka ülkelerin müstemlekesi olan Müslümanlara veya bağımsız olan diğer Müslümanlara da hizmet etmeyi amaçlıyordu. Rusya’dan Fas’a kadar pek çok Müslüman bu hattan istifade ediyordu. Hattan sadece bilet alabilenler değil, fakir fukara hacılar da yararlanıyordu. Rusya’dan, İran’dan Afganistan’dan ve Anadolu’dan pek çok fakir hacı ücretsiz taşınıyordu.”

“OSMANLI DEVLETİ’NİN İMAJINI YÜKSELTTİ”

Bu gayenin Müslümanlar arasında daha fazla dayanışmayı sağlayıp, barışı yaygınlaştırdığını ve Osmanlı Devleti’nin imajını da yükselttiğini bildiren Kurşun, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hatta bu kadar yara almış bir padişahın imajının yüksek olmasına şaşıran Batılılar bu konularda araştırmalar, toplantılar yapıyorlardı. 1906 yılında İngiltere’de  Central Asian Society’de yapılan bir toplantıda ünlü gazeteci Valentino Chirol şöyle diyordu:

‘II. Abdülhamid kendi milletinin tarihini çok iyi bilmektedir. Son 25 yıldır izlediği iç ve dış siyaset ile İslam’ın manevi otoritesi olduğu ve bu durumdan istifade ettiği anlaşılmaktadır…’

II. Abdülhamid’in İslam Birliği politikalarının en somut delili ve kendisine İstanbul’un Sultanı ve Mekke’nin de halifesi unvanı kazandıran  en önemli olay Hicaz Demir Yolu’nun inşasıdır. Bu proje dini faydalarından başka Şam’dan Medine’ye hatta Arabistan içlerine kadar ekonominin canlanmasına olanak verdiği gibi Osmanlı’nın varlığının 1918 yılına kadar Medine’de sürmesine de imkan vermiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun bölgedeki kayıplarının daha az olmasını sağlamıştır. Hatta savaştan sonra bile bazı bölgelerde Osmanlı sonrası devletlere hizmet etmiştir.”

Muhabir: Haber Merkezi