“Neyiniz var” dedi, “Keyifsiz görünüyorsunuz?”

*

Bir şey için sıkıldığı belli olsa bile, ‘hasta veya yorgun, bir sözden kırılmış, borçtan bunalmış, olmayacak bir tutku içinde kalmış da bunu sabırla gizliyor’ gibi bir dizi ihtimaller arasında sessizliği tercih edip, “Hiç” dedi sorudan kaçarak…

Bakışları boşlukta dolandı, dudaklarının kenarına bir acı kıvrım yerleşti.

‘Yalan iyi söylenirse, gerçeğin bir başka yanı olabiliyor’ da doğrunun baş aşağı gelmişine ve yere düştüğünde tuz buz olanına, beceriksiz sözlere tutunmaya gerek görmüyor o esnada…

Kendi içinde, kendisiyle konuşurken; “Hayat bazen buduyor insanın dallarını, sen yeniden yeşillen diye” cümlesinde teselli arıyor, ruhunu rahatlatmak için.

*

Günlük rutinler üzerine konuşmayı sürdürürlerken Boğaziçi’nde sıralanmış restoranların birinde, pencere kenarındaki bir masa etrafında, çatal bıçak sesleri sözlere baskın çıkıyor ara ara…

Etraftakiler kelimeleri yorarak konuşuyorlar da, bu taraf hep aynı soru etrafında dolanıyor: “Neyiniz var?”

Sabahtan akşama kadar onlarca insan ile temas etmişken, birisinin çıkıp da gözleriyle değil, kalbiyle görmesine şaşırarak, kendisini gizleyememekten çok, karşısındakinin hassasiyetine hayranlık duyuyor.

Açlıktan ziyade isteksizlik içinde çatalıyla tabağındaki yemeği karıştırırken, “Biliyor musun” diyor iç sesiyle karşısındakine duyurmadan, “Gördüğüm her güzel şeyi sana gösteremeyince güzellikte eksiklik varmış gibi geliyor.”

*

Masa kalabalıklaşınca, ‘keyifsizlik’ kolay kamufle edilebiliyor; çünkü dikkat bölünüyor.

Gözlerin uzaklara dalması daha kolay oluyor böyle anlarda…

Salondaki insanlar arasında dolanırken gözlerin gördüğü mesafede, bir yandan günübirlik konuşulanlara katılıyor, öte yandan da “Neyiniz var” sorusuna “Bir şey yok, dünyada keyif alacak pek az şey var” diye ‘sözsüz bahaneler’ buluyor, yalnızca kendisini teselliyle…

Belki de söylenmedik cevabın ağırlığı altında bata çıka yenilirken akşam yemeği, insanoğlu zayıf yerinden yakalanabiliyor, hiç beklemediği bir anda iki kelime ile… 

*

Kilitlenmiş kapıların ardında yaşanan evlerin açık perdelerinin arasından sokağa vuran ışıklara uzaktan ve soğukta bakanların gördüğü hayat yorgunluğunun bir tarifi yok.

Karşılıksız yaşanan sevgilerin avutulacak bir yanı yok.

Gri ve devasa plazalardaki samimiyetten yoksun, sığ konuşmaların boşluğunda anlatacak söz yok.

Böyle anlarda “Neyiniz var, keyifsiz görünüyorsunuz” gibi ince ruhlu bir sorunun altını ne ile dolduracağını bilmeden, “Hiç” diye cevaplamıştı; sorunun sahibinin duyarlılığına saygıyla…

…ve nihayetinde en gerçekçi cevabı vererek, “Hiç; hiçbir şey, hiçbir şeyim yok” diyerek keyifsizliğini sahipleniyor, kendi yalnızlığında, yine kendisiyle...