Hüzünlü zamanlardan geçiyoruz. Korona günlerinde oruçlarımızı tuttuk. Evimize döndük. Kendi balkonlarımızda nefes aldık. Sokakla irtibatımız ilk defa bu kadar kesildi. Başından sonuna hüzün saatleriydi Ramazan ayının her anı. Küçük odalarımızda kendi iç muhasebemizi yaptık. Varlığımızı sorguladık. “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” sorusuna cevap aradık. En çok da çıkıp gelen dostların ayaklarının kesilmesine üzüldük. Aynı derecede kendi ayaklarımızın dost meclislerinden kesilmesine. Yetinmeyi öğrendik. Kanaati, tamahı, muhabbeti… Kendimizi bilmeyi özlemiştik, kendimize gelmeye çalıştık. Evi keşfettik yeniden. Bir evin nasıl inşa edildiğini. Evin duvarlarını, suyu, ekmeği, sesleri…

Ve bolca düşündük…

Özellikle bu hafta, karmakarışık duygular çukuruna itti hepimizi. Bir yanda, “en hayırlı” olarak müjdelenen Kadir Gecesi, diğer yanda olanca mahzunluğuyla ‘yalnız’ Ramazan Bayramı… Ve 27 Mayıs 1960 kara darbesinin 60. yılı…

Geçen yazıda merhum Mustafa Miyasoğlu büyüğümüzden söz ederken, onun “Devlet ve Zihniyet” isimli eserine atıfta bulunmuş idim. Rüyanın konusu neredeyse bu kitap etrafında şekillenmişti.

Şimdi bu günleri yaşarken…

Yani devlet ve toplum zihniyeti, çıkartıldığı yatağına yeniden oturtulmaya çalışılırken bu kitabın ne kadar önemli olduğunu –bir kez daha- anladım.

Yazılışının üzerinden neredeyse 40 yıl geçti. Kültür rehberliğimizde yer almasa da biz biliyoruz değerini. Kafamızın karışık olduğu günlere reçete niteliğinde. Bu eserle birlikte elbette Ömer Öztürkmen’in “Zihniyet İnkılabı” isimli şahane kitabı da…

Zihniyet nedir?

Biz zihniyet kelimesi ile “bir dönemdeki sosyal, siyasi, idari, adli, askeri, dini kurumların, sivil toplum kuruluşlarının, ticaret hayatının, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiç birine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü”nü tarif ediyoruz.

Miyasoğlu da eserinde…

Bir gönül medeniyetinden akılcı tavırlara ve dar görüşlere, tek boyutlu yorumlara, ruh ve zihin tembelliğine nasıl sürüklendiğimiz üzerinde duruyor. Kültür mirasımızdan koparılışımızın nasıl bir yürek çöküntüsü ve köksüzler kervanı oluşturduğuna dikkat çekiyor. Bütün bunlara yol açan zihniyet değişikliğine bağlı olarak, yenileşme, yabancılaşma ve aydınlaşma kavramlarını tartışmaya açıyor. Kitabın yazıldığı yıllarda yaşadığımız coğrafyadaki zihniyet değişimlerinin tezahürlerini tıpkı bugünü anlatır gibi dile getiriyor. Ve en önemlisi “çağdaşlaşma” adına içine düştüğümüz, düşürüldüğümüz bunalımlara dikkat çekiyor. Devlet felsefesi ve değer boşluğu kavramları üzerinden…

Laboratuvarda icat edilmiş Arap Baharı sürecini anlamamızı daha da kolaylaştırıyor bu eser…

Nurettin Topçu, “Damlalar”da (Tohum,1-7 Nisan 1964), “Alem, üç şeyin mecmuundan ibarettir: Varlık, düşünce ve hareket. Bunların hepsini kendinde toplayan insan, üç şeyin peşinde olmak için yaratılmıştır: Hakikatin, hayrın, güzelliğin” der.

Bizim medeniyetimizin ve zihniyetimizin laboratuvar ürünü olmadığını anlamak için bu kitaplara ihtiyacımız var.

Yazıyı kurgularken mütevazı kütüphanemde konuyla ilgili kitaplara bir göz attım…

Zihniyet Değişimi, Zihniyet Dönüşümü, Zihniyet ve Din, Zihniyet Aydınlar ve İzm’ler, Moda ve Zihniyet, Yönetim Zihniyeti, Zihniyetleri Değiştirmek, Anti-Kapitalist Zihniyet, Zenginlik ve Refah Zihniyeti, Devlet Zihniyet ve Piyasa, Türkiye’de Ordu ve Jeopolitik Zihniyet, Japon Zihniyeti, Osmanlı Zihniyetinin Oluşumu, Aydınlanma Zihniyeti, Hukuk Zihniyeti, Osmanlıdan Cumhuriyete Zihniyet, Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlak Görüşü isimli kitaplarını not ettim.

Yani şunu söylemek istiyorum…

Biz fıtri olarak inşa edilmiş bir zihniyet sisteminin içine doğmuşuz. Kodlarımız güçlü bir zihniyetin temelleri üzerine oturuyor. Bundan hareketle ismini zikrettiğim kitaplar ve özellikle Sabri F. Ülgener’in eserleriyle zihin haritamızı yeniden yoklar isek bugünlerin sadeliği ile ‘titreyip yeniden kendimize dönebiliriz.’

Nasip olursa, zihniyet yazılarımıza devam edelim…