Bir meleğin kanatlarında çıkıyorlardı sanki şimdi tepeyi. Habibullah’ın (sav) hayra çıkan rüyası onları bekliyordu çünkü “İki gurup kara kaya yığını arasındaki suyu bol yer” Onları bekliyordu. Cennet renkli, yaprak yaprak yeşil ova onları bekliyordu.Kuba; sessiz mümin dualarının, müjdecilerini bekledikleri belde Onları bekliyordu; mübarek hurma bahçeleri Onları bekliyordu. Ve bir çığlık yükseliyordu Kuba’dan: “Kayle’nin oğulları, O geldi, O geldi!” Ve o aziz Müjdeci (sav) o mübarek sesiyle bağlılarına sesleniyordu şimdi: “Ey insanlar! Birbirinizi barışla selamlayın, açları doyurun; akrabalık bağlarına saygı gösterin, herkes uyurken siz namaz kılın. Böylece selam içinde Cennete gireceksiniz!” Allah’ın (Azze ve Celle) arslanı Hz. Ali’de (ra) katılmıştı şimdi bu dostluk halkasına. Kuba’nın ilk camisinin temeli işte bu dostlar tarafından huşuyla atılıyordu. Müslümanlar, cem olmanın, bir olmanın, dost olmanın temellerini atıyorlardı Kuba’da. Cuma sabahı Allah’ın (Azze ve Celle) izni ve yardımıyla yola çıktılar. Binlerce melekle birlikte bir cuma namazı kılındı Raun ovasında. Allah’ın (Azze ve Celle) dostlarına melekler refakat ediyordu; ümmetin gökteki yıldızları semanın melekleri ile birlikte namaz kılıyordu Resulün (sav) kalbi yeni bir nurla dolmuştu; O hissediyordu, asırlar ve asırlar boyunca ümmetiyle beraber olacaktı melekler. Kesva’nın üzerine binen Resul (sav) o emin beldeye doğru gidiyordu şimdi. Atlarının üzerinde, kılıçları çekili halde dimdik duran Evs ve Hazreçliler, büyük bir vakarla ilerliyorlardı O Aziz Nebi’nin (sav) yanında. Eşlik ettikleri el Mustafa’ydı çünkü; Allah’ın resulüydü (sav) ve Allah (Azze ve Celle) tarafından O’na verilmiş vakara, vakarlı dostlar yakışırdı. Bembeyaz elbiseleriyle iki melek giriyordu sanki şehrin kapılarından…
Genç, ihtiyar, kadın, erkek, çoluk çocuk o tarafa doğru koşuyordu şimdi “Ay doğdu üzerimize!” nidalarıyla inliyordu bu gün yer ve gök. Üzerlerine mübarek bir Ay doğuyordu şimdi. O Müjdeciydi, O el Emin’di, Habibullah’tı O. (sav) Gözlerden sevinç gözyaşları boşanıyordu yağmur misali. Baldan hurma dalları nurlanıyordu; bahçeler, evler nurlanıyordu; hüzün dolu yüzler nurlanıyordu; şehrin üzerinde uçan kuşların kanatlarından nur akıyordu; her mevsim yeşeren ağlamaklı yapraklarıyla, sessizce Sur’u bekleyen mezarlar nurlanıyordu…
Gökyüzünün bütün sönmüş ışıkları yeryüzünde güneş güneş parlıyordu şimdi.
Nurlanmış gönüllerden sevgi çağlıyordu; onlar artık bir aziz Dostun dostuydular; bahtiyardılar. Kesva o mübarek deve ağır ağır yürüyordu. Şimdi, Resulullah’ın (sav) aziz annesiyle beraber yaşadığı mahalleye geliyorlar. Kesva, adımlarını iyice ağırlaştırıyor… Resulullah’ın gözleri buğulanıyor birden; bu mahalle O’nun mahallesiydi ve yıllar sonra bu mahalleden Allah’ın dinini yüceltmek ve tebliğ etmek için en şerefli vazifeyle emrolunmuş bir Resul(sav) olarak geçiyordu. Dünyanın şimdiye dek böylesini görmediği o Nurlu yüzü evlerinde misafir edebilmek için evlerin kapılarından haykırışlar yükseliyordu: “Bize buyur ey Allah’ın Resulü, seni biz koruyacağız inşallah.”
Resulullah (sav) bütün vakarıyla onları selamlıyor ve Kesva’yı işaret ederek: “Bırakın gitsin. Çünkü o Allah’ın emrindedir.” diyordu. Kesva nihayet hurma ağaçlarıyla bezeli, içinde çitlerle çevrilmiş bir mescit yeri bulunan bahçeye doğru ilerledi ve oraya çöktü. Devesinin yularını bırakan Resul (sav) bekledi; herkes bekliyordu şimdi.
Kesva kalktı ağır ağır birkaç adım daha attı ve ilahi bir sesle ikaz edilmiş gibi yeniden ilk çöktüğü yere döndü, tekrar çöktü. Ayaklarını öne doğru uzattığında artık karar belli olmuştu. Ve beyaz harmanisiyle devesinden bir Nûr indi. Misk-i Amber kokuları yayılıyordu şimdi dalga dalga Medine’ye. Süreyya yıldızının yolunu ışıklandırdığı Resul, O cennet (sav) gönülleri okşayan sesiyle bir dua gibi konuşuyordu: “İnşallah burası benim evimdir.” İki yetimdi bahçenin sahibi; Sehl ve Süheyl. Bahçelerini satın almak istiyordu o yüce Nebi. (sav) Sehl ve Süheyl’in yüzleri sabah güneşi gibi aydınlandı birden; dokunduğu her yeri nurlandıran Resul (sav) onların bahçesine talip olmuştu. Ne demekti satmak? Canlar O’nun yoluna feda edilmeye hazırken. “Onu sana veriyoruz ey Allah’ın Resulü”
Yeşil bahçenin ortasında göğüsleri mavi bir deniz olmuş kabarıyordu sanki. Kendisi de yetim büyümüş yetimler babası el Emin’e (sav) bağ da bahçe de feda olsundu. Gök öyle maviydi ki, bulutlar pamuktan bir ova, yapraklar cennet yeşili; bereket iniyordu Medine’nin üzerine. Sehl ve Süheyl cennetten gelen bir rüzgârla serinliyorlardı şimdi. Yetimlerin hakkı, Hakk’ın yeryüzündeki aziz temsilcisi tarafından şefkatle takdim ediliyordu.
O (sav) artık evindeydi. Ve Allah (Azze ve Celle) O’nu daha aziz ve sırlı, nurlu sabahlara hazırlıyordu bir kez daha…





