7 Haziran genel seçiminin üzerinden 2.5 aydan fazla bir zaman geçti.

Seçmen, öngörülenden farklı bir tercihte bulundu.

Kişi, eğer ‘milli irade’ iddiasında samimi ise bu duruma saygı göstermekten başka bir tepki veremez.

Biz de öyle yaptık ve sonuca; “eyvallah” dedik…

Gelin görün ki, bizim eyvallah dememiz meseleyi halletmedi/etmiyor.

Zira Meclis aritmetiği, hiçbir şekilde hükümet oluşmasına imkân sağlamıyor.

AK Parti, muhalefet partilerinin rüyasında bile göremeyeceği bir oy oranına ulaştığı halde, tek başına hükümet edemiyor ve dolayısıyla da Meclis, resmen kilitlendi.

Peki, bu neden böyle?

Nedeni açık!

Parlamenter Sistem, konjonktüre göre ilginç durumlar üretiyor da ondan.

Yani, sistem arızalı…

Sözgelimi 2002’deki seçimde AK Parti yüzde 34 oy oranıyla 363 milletvekili sayısını yakalayarak, tabir caiz ise dudak uçuklatan bir sonuca ulaşmışken, 2015’te yüzde 41 gibi çok daha başarılı bir oy oranına rağmen salt çoğunluk olan 276 sayısını bile bulamadı.

Bu ilginç sonuç, aslında seçmenin de öngördüğü bir durum değildi.

Ne zaman ki, parlamento hükümet üretemez hale geldi, işte o zaman vatandaşlar da durumun vahametini anladı.

Şimdi, bu halin tashihi için tekrar seçmene müracaat edilecek.

Yani, Kasım ayında önümüze konacak olan sandık, “ikinci tur” oylamanın ismi gizlenmiş hali.

Sistemin arızası da tam bu noktada tebarüz ediyor işte.

Nisan ayı ile başlayan ve Kasım ayının sonuna kadar geçecek olan süre, tamı tamına 8 ay!

Türkiye’nin bunca zamanı boşa geçirmesi akla ve vicdana reva mı?

Değil!..

Eğer, Başkanlık Sistemi söz konusu olsaydı, 21 Haziran’da kesin netice alınmış olacak, memleket, gerek güvenlik ve gerekse ekonomik bir kaos süreci yaşamayacaktı.

7 Haziran seçimi bize bunu gösterdi.

Yani, çarenin Başkanlık Sistemi’nde olduğunu.

Diğer bir deyişle Parlamenter Sistem, hiç yoktan bu ülkeye 6 ay gibi çok değerli ve önemli bir zamanı yitirme talihsizliği yaşattı.

Kaos tüccarlarına gün doğdu ve Türkiye’nin 7 Haziran seçimlerinden önce yakaladığı her anlamdaki müspet ivme, önemli ölçüde heba edildi.

Üstüne üstlük, barajı aştığı için büyük bir kibre kapılan HDP, maskesini çıkararak gerçek sıfatı olan PKK kimliği ile memleketin dört bir yanını ateşe, kana, ölüme gark etti.

Büyüme trendi durdu, ekonomik göstergeler kırmızı alarm vermeye başladı.

Hülasa, birçok kazanımlarımızı bir inat uğruna çöpe atmak zorunda kaldık.

Bu durumdan kim ya da kimler memnun olur?

Elbette ki, Türkiye’nin büyümesini istemeyenler.

Onlar kimler?

Başkanlık Sistemi’ne ısrarla itiraz ettiklerine göre; CHP-MHP-HDP- Sermaye, “Vay Şerefsiz!..” medyası, Paralel İhanet Çetesi ve bu piyonların arkasındaki asıl güçler olan ABD-Almanya-İngiltere-İsrail vesaire…

Peki, kaybedeni kim, tüm bu gelişmelerin?

Tabii ki, biz!

Yani Türkiye’nin vefakâr ve cefakeş insanları.

Buyurunuz, isterseniz biraz da buradan yakınız…