Her yıl olduğu gibi bu sene de geleneği bozmadık. Ağustos ayının sonlarında Tortum’un Mescit dağlarında ahududu toplamaya gittik. Biz ahududuya böğürtlen diyoruz. Tortum’dan dağlara ulaşmak, yerleşim yerlerinin olduğu alana kadar kolay. Çünkü yollar asfaltlanmış. Yerleşim yerleri bitince artık toprak yollar başlıyor. Yıllardır bu yolun Tortum-İspir arasında kullanılmak üzere yapılacağı söylenir ama bu yıl da hiç bir gelişme olmamış. Çoruh vadisinin Tortum Çayı tarafı, küçük bahçeliklerle içinde onlarca köye mekân olmuş. Tortum Çayının kenarında küçük ama verimli arazilerde çok lezzetli meyveler olur. Elma, erik, armut, dut, kiraz, kızılcık, ceviz gibi onlarca meyvenin ise tadına doyum olmaz. Dut pekmezi ve kızılcık şerbeti dertlere deva, hastalara şifadır. Ulaşım ve taşıma aracı olarak kullanılan eşeğin yerini artık arabalar almış. Güzel gözlü bu dostlarımız da patika yollar da tarihe kavuşmuş.

Arabayla dağlara tırmanmaya başlayınca giderek meyve ağaçları bitiyor, renk renk çiçekler başlıyor. Meyvelerin adlarını biliyorum ancak iş çiçeklere gelince sınıfta kalıyorum. Birkaç çiçekten başkasının adını bilmiyorum. Yâ Rabbi ne çok çeşit var! Renkler, desenler, şekiller… Yunus’un sorduğu gibi ben de adını bilmediğim sarı çiçeğe soruyorum.

Sordum sarı çiçeğe, anan baban var mıdır?

Çiçek der ki derviş baba, anam babam topraktır.

Kocaman dağlar, ağaç yerine yeşil otların arasında açan bin bir çiçeklerle bezenmiş. Bu büyük heybetli dağların nâzenin, zarif çiçekleri insanı hayretten hayrete düşürüyor.

Dağlara tırmanmak adeta göğe yükseliyormuş hissi veriyor insana. Ancak bir dağ biterken diğeri başlıyor. Zirveye çıkınca karşımızda inişli çıkışlı, heybetli Kaçkar sıradağları göz kamaştırıyor. Aklın sınırları gözün gördüğü ile kalıyor. Her zirveden sonra bir başkası başlıyor. Tabiata ve toprağa özlem yaratılışımızın gereği mi acaba?

Ahududular yeşil yaprakların altında adeta gerdanlık gibi kırmızı renkleriyle göz kamaştırıyorlar. Genellikle zor yamaçlarda çakıl taşlarının arasında yetişiyorlar. Ahududu toplamak zor iş ama gülü seven dikenine katlanır. Çakıl taşlarının arasında aldan mora, sarıdan maviye çiçekler arasında dolaşmak insanı büyülüyor. Ağaçlar hafif rüzgârla salınıyor. Çekirgeler esintiyle senfoni yapıyor. Size de durup düşünmek, tefekkür etmek düşüyor. Şükür yâ Rab.

Bu yüksek zirvelerde fazla kuş yok, birkaç serçe benzeri kuşa denk geldim. Ama başka bir dünyalar güzeli nâzik yaratık uçuşuyor çiçekler arasında; kelebekler.

Çalışkan arılarla beraber, desen yarışması birincisi kanatlarıyla kelebekler sessiz sedasız raks ediyorlar. Ömürlerinin çok kısa olduğunu hatırlayınca hüzünleniyorum. Ben bunları düşünürken bir minik kelebek gelip parmağıma konuyor. Onunla konuşuyorum, sanki oda bir şey anlamış gibi elimden ayrılmıyor. Ahududu toplamak için kendisini uğurluyorum. Biraz sonra tekrar geliyor. Başka çare yok nâzik dostla ilgilenmem gerek. Sonra onu şapkamın üzerinde misafir edip işe koyuluyorum.

Anlıyorum ki betonlaşan şehirler, kalbimizi de ruhumuzu da betonlaştırıyor. Fırsatları kaçırmadan ara sıra yurdumuza, tabiata dönmeyi tavsiye ediyorum.