Bu millet düşmanlarından çok çekmiştir. Çinliler, Ruslar, İngilizler, Fransızlar tarihî seyir içerisinde karşı karşıya kaldığımız milletlerin başında gelir. İyi günde çok yardım edip dostluk kurduğumuz bu milletler, zor zamanda canımıza okumuşlardır. Hesabını tutamadığımız ve soramadığımız büyük bir hesap dosyasına sahibiz.

Ama bizim kendimize yaptığımız kötülüğü kimse yapmamıştır. Bazen büyük bir yanlışlık olunca “saf ve temiz” insanlarımız “Yahu bu işi bir Müslüman yapamaz; yapsa yapsa bu işi bir ‘gâvur’ yapmıştır” diyerek kendilerini temize çıkarır. Ama maalesef o yanlışı “biz” diye tanımladığımız, kendilerine kötülük konduramadığımız bizimkiler yapar. Bu bazen saflıktan, iyi niyetli olmaktan kaynaklanır ama çoğunlukla “hırs, kibir, çekememezlik, cehalet”ten mülhem acılara düçar olmuşuzdur. En acısı ve affedilmez olanı ise düşmanların güdümüne girerek millete ihanet etmektir.

28 Şubat darbesi, milletin bağrından çıkmış ama kafasını kiraya vermiş ağırlıklı olarak bürokratların dayattığı “kara düzenin” adıdır. Milletin değerlerine, tarihine ve inancına savaş açmanın bedeli ağır olmuştur. Türk milletinin bin yıldır yaşadığı İslam inancı ve oluşturduğu kültürün yok edilmesi için yapılmış bir girişimdir. Baş aktörleri tarafından “bin yıl” süreceği beyan edilen bu sürecin dayattığı sonuçların temizlenmesi 15 yıl sürmüştür.

28 Şubat’a giden süreci hatırlamakta fayda var. Türkiye, 1950 yılından bu yana çok partili hayata geçti. Bu çerçevede farklı düşüncelere mensup insanlar örgütlenip parti kurarak düşüncelerini kamuoyuyla paylaştılar. Toplumun yakından tanıdığı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın liderliğini yaptığı Refah Partisi de seçimden birinci çıkarak Prof. Dr. Tansu Çiller’in Doğruyol Partisi ile 1996 yılında koalisyon hükûmeti kurdu. Bunda şaşılacak bir durum yoktur. Bazılarımız “her şey sandık değildir” dese de demokrasinin gereği, seçimi kazanan yönetir; bu defa da Erbakan başbakan oldu.

Erbakan Millî Görüş’ten ve maddi manevî kalkınmadan söz ediyor, milletin ve ülkenin parlak geleceğinin buradan geçtiğini vurgulayan politikalar izliyordu. Bu hareket tarzı ithal kafalı adamlar için sıkıntılı ve durdurulması gereken bir olaydı. Daha önce de denenmiş ve başarılı olmuş “irtica geliyor” söylemleri ile dinamik güçleri harekete geçirdiler. Önce Millî Güvenlik Kurulunda hükûmete ayar çekmeye çalışıldı. Erbakan bu badirelerin altından kalkabilecek tecrübeye sahip olsa da dönemin militarist ve jakoben ruhundan etkilenmemesi mümkün değildi.

İlk etapta hükûmete istediklerini yaptıramayacaklarını anlayınca sivil maşaları devreye soktular. Sivil toplum örgütlerinden bazıları ve medya, hazır kıta olarak bekliyordu. Başörtüsü, cübbe, sarık, imam hatip liseleri ve Kur’an kursları üzerinden taarruza başladılar. İş dünyasının beşli çetesi, “çağdaş” dernekler ve dönemin iri gazeteleri olan Hürriyet, Sabah, Vatan, Milliyet, Star ile ATV, Show TV, Kanal D gibi televizyon kanalları verilen “brifingler” sonucunda vatanı kurtarmak üzere kutsal vazifeye soyundular. “Aman Allah’ım! İrtica geliyor, vatan elden gidiyor.” yaygaraları içinde cadı avına başladılar. Tabii bu şamatayı çıkarmanın bir hediyesi de vardı; “arkadan malı götürmek” deniyordu buna. Bunları daha sonra nice holdinglerin ve soyulan bankaların yönetim kurullarında gördüğümüz emekli dört yıldızlılardan anlamış olduk.

Algı operasyonlarıyla başarılı oldular. Hükûmeti devirip istedikleri saçmalıkları gerçekleştirmek için var güçleriyle harekete geçtiler. 28 Şubat darbesinin tesiri gerçekten ağır oldu. Milletimiz feraset gösterdi. O dönem aktif olan hemen hemen herkesi tarihin çöplüğüne gönderdi; bizimkilerin ellerinden tuttuğu birkaç militan gazeteci haricinde. Ancak o dönemden bizim de gerek siyaset gerek basın ve gerekse de kamuoyu yönlendirme konusunda çok şey öğrendiğimiz de aşikâr.

Bir daha 28 Şubatlar yaşamak istemiyorsak önce unutmamalıyız. Sonra böyle sakat zihniyetli insanlara asla fırsat vermemeliyiz. Unutmayalım, unutursak tekrarlanır.