“Ve bil ki hayatta insan olan insana yaraşan yol, doğruluk ve namusluluk yoludur.” diyen Ali Fuat Başgil, net bir yol tarifi sunuyor.

İnsan yaratılış hikâyesinden ötürü doğruluğa ihtiyaç duyandır. Müslüman doğruluğu ve güzel ahlakı en iyi temsil eden olmalı. İnandığı değerler için zulme boyun eğmeyen bir peygamber ve ashabı geçti bu dünyadan. Dürüstlüğü ve güvenilirliği miras bırakan peygamberin ümmetinin tek mücadelesi, doğruyu yaşatmak değil mi? Şahsi keyfiyeti düşünme lüksü, dürüstlüğün ilkesine gölge düşürür.

Unutmayalım doğruluğun temeli sarsıldığında, yanlış artık istenilen şekilde servis edilir.

Yanlışın iskeletinden medet uman bir uygarlık haline gelmemek için, çağın hasta zihniyetlerini devleştirme marifeti sonlanmalı. Doğruya tezat teşkil edenlerin, güzel ahlak tarifleri Müslüman kimliğimizi sarsmakta. Fıtratına binaen aslını unutan insan, toprağa dokunmadığı müddetçe iyiliğin reçetesi de unutacak.

Devrin insanı son dönemde bedenen pandemi, ruhen internetin çapsız yüzüyle savaşmakta. Dil sanal dünyada yalana alışınca, çözülme başlıyor. Kimse kendisi değil tuşlara dokunduğunda. Yalan söyleyen kınanmıyor artık. Toplumun değer yargısı değişti. Ölçümüz menfaat oldu. Doğru değişince, adalet de değişiyor. Dürüstlükle olgunlaşan bir nesilden bahsetmemiz mümkün mü? Açgözlülük o kadar normal hale gelmiş ki, daha fazlası aranıyor! Kimisi araba, ev sevdasıyla, kimisi popülerlik uğruna şekilden şekille giriyor. Bir adım ötede savaş, açlık, evsizlik olmuş kim takar ki? Denizin kıyısına vurmuş çocuk cesedi için, sosyal medya o gün hararetlenir, deşarj olunur ve susulur. Acıya tepkimiz de değişti. İyiliğin etrafında toplanmak yerine, iyiliğin sesiyiz işte deniliyor.

Özetle doğrunun terbiye edildiği çağ bu!

Şair Hüseyin Atlansoy’un şu dizeleri kaç mahcup kalbi titretir, bilinmez…

“Bedenim gibidir ruhum da/Kalabalıklar önünde soyunmaktan utanan./Öylesine mahcup başını yerden kaldırmayan/ hayır hayır bahsetmeyeceğim ben ruhumdan.”

Süksenin paradigmasında boğulan değil, hakikat gövdesini kazıyan olunmalı ki doğruluk penceresinden yansısın insanlık.

Yalan, riya gösteriş tutkusu hesap edilmeyen adreslere yollar insanı. Menfaat çekmecesinin düzgünlüğü için, adice yaşamdan çekinmeyen olmak, barbarlıktır.

Doğaya, kendine, sevdiklerine ihanet eden, dünya yaşamını putlaştıracak kadar zavallıdır. Bencilliğini örtbas etmek için, iyilik rolünü yapanlardan yara alırız daha çok. Kötülüğün cehennemi, dünyadayken üzerimize sıçramaya başladı Kendine doğrular icat edenlerden her şey beklenir.

Onursuzluk şemsiyesi açıp, adaletten bahsetmek; küçüldükçe küçültür insanı. İnsanca duruşu yıkmak için, elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra kendini bomboş hissedenler bilgisayar ve telefon tuşlarında huzur aramaya başlarlar. Huzuru bulmak o kadar basit mi ki?

Doğru kavramını o kadar hırpaladık ki, bugünün gençliği sayemizde kimliğini kaybetti. Kabul edemediğimiz hedonist yaşamda, çürüyen olduğumuzu dahi anlamıyoruz. Paraya olan düşkünlüğümüz bizden iyi olan her şeyi çaldı. Doğruyu yok etmekten, taviz vermekten utanmadık bile. Düşünen, tarihinin ışığı ile nefes alan çocuklar yetiştirmiyoruz artık. Bütün eforunu dijital çağın negatif yüzüne harcayan gençliğin mimarı olmak, gelecekte bize nasıl bir bedel ödetecek acaba.

Evlerimizin doğrusu ile büyüyüp yetişen bizler; kişisel ranta hizmet eden parçacıklara dönüştüğümüzü kabul edebiliyor muyuz? Zaman zaman değişik medeniyetlerin köle sahnelerine şahit olan tarihe, insan hırsının betonlaşmış köleliğini ekliyoruz hem de gururla. Hırsı tarafından kuklaya dönmüş insan olmak, içi hiç acıtmıyor değil mi? Bizi bu denli uyuşturan gücü hiç düşündük mü? Doğruyu köklerinden ayırmak, insanı vurdumduymaz yapmalıydı. Yaptı da.

“Tüm baskılara, tüm aldatmacalara, tüm saptırmacalara karşın, dürüst insanlar tükenmez.” demiştir Emile Zola. İnsanca yaşamak için, dürüstlüğü yörünge bilenlerden olmalıyız.

Umudun mavi uçurtması, o çocukluk sesimiz çağın zehrine isyan cümlesi gibi durmalı başköşemizde. Ve “Umudumuz acımızdan daha büyük olmalı” diyen Cahit Zarifoğlu ne hoş özetlemiş öyle halimizi.

Doğruluğun üzerine, rahat yaşam büyüteci konulduğunda elbette görmek ve anlamak da aldatılmış olacak. Bu durumda vicdan terazisinde denge beklenmez. İnsanlığın ana damarı merhamet saf dışı kaldığı an değişir doğruluk.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Can Yücel: Bi sen eksiktin ayışığı/Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya.” Kalbinize emanetsiniz…