O kadar hızlı yaşamaya adapte etmişiz ki kendimizi, koşarcasına attığımız adımların bir gün bizi yoracağını hayal bile edemiyoruz. Bir an önce sonuca ulaşmak için, etrafımızda ne var ne yok kırıyoruz. Yaralıyoruz, altüst ediyoruz.

Yanlış bir ruh iklimin içine girdiğimizi anlamayacak kadar kendimizden ve sevgiden vazgeçiyoruz. Gayemiz bir şeyleri ne pahasına olursa olsun, başarmak. Ve bu elde ettiğimiz başarı ile takdir görüp, alkışlanmak.

Ve bu hız tünelinin içine sevgiyi de sığdırıp, kendimize ve etrafımıza şirin görünmeye çalışıyoruz. Ama olmuyor. Kendimizle sürekli kavga ettiğimizi kendimize saklasak da o gerginliğimiz etrafa mutlaka yansıyor.

Hız akışı içinde sağlıklı düşünemediğimiz için, kendimizce oluşturduğumuz mükemmel yapının dışında kalanları ‘ya suçluyor’ ya da ‘gereksiz insanlar’ olarak görüyoruz. Hani diyor ya Nurettin Topçu: “Benliğin en büyük zafer alameti ve bayrağı gururdur.” İşte böyle bir benlik sevdası ile içimizdeki insanlığı öldürüp, kendimizle gurur duymak istiyoruz. Benimle herkes gurur duysun istiyoruz. Bu uğurda neyi yıktığımızın, kimi kırdığımızın hiçbir önemi yok.

Biz hız tünelin içine yerleşip, etrafımıza bakmayı da reddederek, bir yaşam alanı seçmişiz kendimize. Elimizdeki cep telefonları, önümüzdeki bilgisayarlar çünkü bize hızlı yaşama teşvik ediyor. Sağduyuyu kaybettiğimiz için, iç dünyamızla konuşamıyor, vicdanla da yüzleşemiyoruz. Ama emin olun her insanın mutlaka geriye dönüp bakacağı bir zaman dilimi mutlaka gelir.

Gerideki sevgisizlik, hırs ve bencillik ayağımıza dolaşır. Ben bu muyum, ben bu kadar kırıcı, yaralayıcı biri olamam. Ne uğurda kendimi ve çevremi bu denli yıprattım ki dediğimizde elbette birçok şeye geç kalmış olacağız.

Bizden insanlığımızı çalan hırs ve menfaat, o an elde ettiklerimizle birlikte başımızı döndürdüğü için hırçın, itici ve merhametsiz kalplere dönüşürüz. İyiliğin, güzelliğin, adaletin, sevginin tarifi de değişir.

Ve bir gün geriye doğru bakmaya başladığımızda, Oğuz Atay'ın sözleri boğazımızda bir düğüm olur: “Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım.”

Sahi insan yorulduğunu hatırladığında ne olur? Hız ve zamana, hırsa, makama o nefsi duygulara bir kukla olduğunu anlayıp, pişman olur.

Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle der: “Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yok.”

Dijital çağın emrettiği hız butonunu içimizden kaldırıp, kendimize zaman ayırabilirsek; sevgi ve anlayış diline geri dönmüş oluruz. Tabii gerideki enkaz ile yüzleşmek ağır olacaktır.

Vakit ayıramadığımız yakınlarımız. İhmal ettiğimiz ailemiz. Sevgisizlik içinde kırdığımız birçok kalp. Hayallerine, umutlarına mani olduklarımız. Kaybettiğimiz masumluğumuz. Bunların hepsi geride bıraktığımız enkaz adlı cadde yaşamaya devam eder. Peki, bize ne mi olur? Vicdan peşimizi bırakmaz. Bazen geriye dönüp, bakmayı ihmal etmeyelim ki, daha fazla çürümüşlük kaplamasın içimizi…

***

Ve bana biraz müsaade. Biriken dosyalarımı düzenleyip, yeni kitaplar için sıkı çalışmam gerekiyor.

Bugünün penceresine benden bir hoşça kal bırakıyorum. Kalbinize, (Kalbin içindeki Rabbime) emanetsiniz…