Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi/Arif Emre Avcı
Aralara sıralanmış olan palme türü ağaçlarla birlikte gayet ilgi çekiciydi. Aktarma uçağımızın kaçma ihtimaline karşı farika halinde yüksek bir tempoda koştuk. Havalimanı içinde mevcut olan elektro manyetik tramvayı da kullanarak uçağımıza yetiştik. Ve 8 saatlik bir Malezya yolculuğu yaptık. Malezya hakkında tek hatırladığım uçaktan bakarken her yeri yemyeşil görmemdi ve havaalanına indiğimiz andan itibaren beni bir terlemenin almasıydı. Kısacası Türkiye kışından gelen Türk kafilesi Malezya sıcağında pişiyordu.
Malezya havalimanını da atlattıktan sonra Endonezya’ya son olarak 2 saat civarı bir yolculuk yaptık. Varmanın sevinciyle indiğimiz havalimanında turistik form vesaire doldurduk, ardından çıkışa gittiğimizde bizi karşılamak için hazır olan ekibi gördük. Bize tahsis edilen minibüse atladık ve ilk durağımıza yola çıktık. Bizi ziyaret olarak ilk ağırladıkları yer Ahmet Dahlan üniversitesiydi. Çok büyük, ihtişamlı üniversitelerini gördük ve yanında bulunan dini ilimler kısmı olan camisine geçtik. Cami dememizden de ziyade bu bina tek katı mescit olmak üzere 3-4 kattan oluşuyordu ve bize alt kattaki kütüphaneye dek eşlik ettiler. Kütüphane içerisinde özel bölüm olan Suudi Arabistan şark köşesine alındık. Ve ilk kez orada Endonezya yemeği ile karşılaştık. Sunum açısından yemeği alacak kutularda sunulmuş yemekler vardı. Etli pilav, makarna gibi gıdalar ve karpuz, kuru yemiş şekli çerezler mevcuttu. Akabinde üst katta bulunan mescit kısmına geçtik ve camisinin halısız olduğunu görüp şaşa kaldık. Sebebiyetini sorarsanız ki gayet açık: havanın sıcak olması ve nem fazlalığı. Namazın edasından sonra 2 hafta boyu ağırlanacağımız olan okul külliyesine geçtik. İlkokul, ortaokul ve lise bulunan 1000 kişilik bir külliyeydi burası. İlk başta girişimizde bizi bir hazır kıta asker farikası hazır ol şeklinde bekliyordu. Biz gelince selama duran ekibin arasından bir şov eşliğinde geçtik. Bu merasim bizi çok memnun etti. Dünyanın öbür ucundan gelen Türkler’i merak eden büyük bir kalabalık toplanmıştı. Biraz ilerideki uzak doğu dövüş sporu gösterisini izlemeye geçtik. Ustaca yeteneklerini sergiliyorlardı. Binanın sureti itibariyle her yeri tamamen kapatılmamış olan bina yağmuru olduğunca hissettiriyordu. Bu yağmur tamamen bardaktan boşanıyordu. İstanbul’daki o ince ve narin damlalar yerini tarifi zor damlalara bırakıyordu. O yağmur sesini duymanın zevkini öteleyemem ama yine de alışık olmadığım bir şeydi. Devamında odamıza geçtik. Odamız büyüktü. Ortasında uzun bir masa, üzerinde bizim için yaptıkları hazırlıklar vardı. Kısaca sayarsam ‘Tost makinesi, kaşar, tost ekmeği, su ısıtıcısı, poşet çaylar, damla çikolata ve muhtelif kek malzemeleri’. Tam anlamıyla tüm imkânlarını bize seferber edip misafirperverliklerini göstermişlerdi. Gezimizin ilerleyen günlerinde tost sevdiğimizi anlamalarından ötürü defalarca yaptıkları malzeme takviyelerinden bahsetmiyorum. Ardından istirahate çekilip oraya yerleştik. İlk uçağımızdan itibaren valizleri bağlatma metoduna tabi tutmuştuk. Yani valizlerimiz Endonezya’da uçaktan indiğimiz zaman elimize ulaşacaktı. Hocalarımızın hava yolları irtibatları sonucu valizlerimizin sonraki gün geleceğini öğrendik. Ardından bu süre 2-3 güne çıktı ve bize bir çile oldu. İşte tüm bu süre boyunca önceki yazımda zikrettiğim atletler baş tacımdı. Uğrunda bir gün yol gittiğimiz maceramız başlıyordu. Aslında yazdıklarımla o zamanı tekrar yaşıyorum adeta. Hatıraların devamını hatırlamayı iple çekiyorum.





