Şimdi muhtemelen, “Vagabond insan da nedir?” diyeceksiniz. Bu kelimenin İngilizcedeki serseriye denk gelen anlamının ötesinde, “galat-ı meşhur”a dönen, yaygın bir anlamı daha vardır. “Vagabond” ifadesi, çoğu kez özgür kararlar verebilen ve inisiyatif alabilen insan tipi anlamında kullanılıyor.

Burada eğitim ve öğrenimin asgari şartlarını oluşturan beklentileri tartışma niyetinde değilim. Çünkü bunlar üç aşağı beş yukarı hepimizin tespit edebileceği ve bugüne her fırsatta öne sürülmüş hususlardır. Örnek vermek gerekirse ilkokulda dört işlemi öğrenme, çevreyi algılama, gerekli sosyal bilgileri öğrenme vb. minimum bilgi aktarımı ile yorumlama ve ifade yeteneğinin geliştirecek ilk adımlar verilmeye çalışılır. Yükseköğrenimde ise öncelikle hedef mesleki yeterliliğe sahip bireylerin yetişmesi olarak kısaca özetlenebilir. Bunun dışında tanıtım ve reklam aracılığıyla abartılarak söylenmiş birçok kurulan iddialı cümlelerin tanıtım materyallerinin sayfalarında kaldığını hepimiz biliriz.

Öğrenim kurumlarının tanıtım malzemelerinin neredeyse hepsinin standart cümleleri arasında, küresel rekabette yer tutabilecek, analitik düşünce kabiliyeti olan, yeterli, özgüveni yüksek ve idealist gençlerin yetişmesi yer alıyor. Şimdi bu iddialı cümleleri bir kenara bırakırsak tepeden tırnağa eğitim ve öğrenimimizin temel bir meselesi olan kendi kendine yeterli özgüvene sahip ve üretken insan yetiştirme meselesine üzerinde durmak gerekir. Mesele sadece dünyaya bakan profan yönüyle insan yetiştirmedeki başarı kadar eğitim-öğretim, (öğrenim) ve bunların bir adım ötesindeki “irfan”ın sezdirilmesi, dolayısıyla “maarif” derdi olan bir sistem…

İnsanların özellikle aile çevresinde aldıkları bilgi görgü ve değerlerin en az zekâ ve yetenekler kadar hayatlarını belirleyici olduğunu söylemeliyiz. Aile dışında, okul arkadaş çevresi medya gibi, diğer unsurlarda insanın zihninin ve kişiliğinin şekillenmesi sürecinde etkili faktörlerdendir. Bu faktörlerin aynı zamanda tam aksi yönde kişinin zekâsını körelten, yeteneklerini yok eden bir çevre oluşturması şimdi başa dönerek şu soruyu soralım: Neden aynı zamanda erdeme sahip ama “erdemli Vagabond” insan yetiştirmede başarılı olamıyoruz. Pasif, inisiyatif almaktan korkan, himaye edilmeye alışkın, riskten kaçınan ve karar vermekten korkan insan tipinin kimseye faydası olmayacağı açık.

Hâlbuki insanlık tarihinde çığır açan veya değiştiren insan tiplerinin hiçbirisi sıradan, tesadüfi ve kifayetsiz tipler değildir. Vahyin öğrencisi ve öğreticisi olan lider şahsiyetler yani peygamberler bir kenara bırakılacak olursa, bütün lider, mucit, yenilikçi, reformcu ve rehber isimlerin orijinallikleri kadar karar vermedeki cesaretleri de dikkat çekici. Burada sadece dehalardan bahsettiğimiz zannedilmesin “Deha” bu kişiliklerin yalnızca bir kısmı ile kesişebilir, fakat bu özellikleri taşıyan herkesin dahi olmadığı da bilinir. Ortalama zekâda ve üstün vasıflar taşımayı başaran insan sayısı hiç de az değildir.

Yetiştirilmesi gereken ideal insan tipinde, kendi kendine yeterli, bilgili, kendini iyi yetiştirmiş, kendisinin ve başkalarının tecrübelerini kullanmayı bilen, gözlem yeteneği olan, sebep sonuç ilişkileri kurabilen, faydalı-zararlı ayrımını yapabilen, tehlike ve tehditleri zamanında görüp önlem alabilen, yaşaması için gerekli minimum bilgi ve becerileri öğrenerek kazanmış olan insan modeli üzerinde durulmalıdır. Bu “âkil insan” modeli, milli eğitim-öğrenimin de ve ana-babaların çocuklarına gösterecekleri istikametin de bir parçasını oluşturmalıdır. Toplumun tamamının bu vasıflarda olduğu ve bunun yanında radikalleşmemiş bir inançla birlikte erdem sahibi de olduğu bir toplum yapısı, ilk bakışta ütopik bir ideali bize çağrıştırabilir. Ancak bu ideal tablo, mümkün olan bir hedef ve arayış olarak zihinlerde ve pratikte her zaman var olmalıdır.

Şimdi bunun gerçekleştirilebildiğine dair Doğu ve Batı’dan kendi mantık ve dünya tasavvurları içinde kalarak birkaç örnek vereyim:

Cizvit papazlarını en azından filmlerden duymuşsunuzdur. Onların Afrika içlerinde ve Güney Amerika’da yeni keşfedilen yerlerde veya adalarda kâşiflerin hemen yanında ortaya çıktığını görürsünüz. Onların yanlış ve zalim metotlarını değil, doğru olarak yaptıkları Vagabond tarz faaliyetlerine dikkat çekmek için konuyu biraz daha açarsak: Birkaç Cizvit papazının gittikleri yerde kimseye muhtaç olmadan bir hayat alanı oluşturabildiğini biliyoruz. Onlar, ağaçlardan bir ev yapmayı bilecek kadar marangoz, etraflarındaki toprağı tarım arazisi olarak kullanabilecek kadar çiftçi, kiliselerini bizzat inşa edebilecek kadar inşaat bilgisi olan, hayvanları evcilleştiren, birkaç dilde konuşabilen ve çevrelerine öğreticilik yapan bir insan tipi. Onlar, Hristiyanlığın bütün dünyada yayılmasının öncü kuvvetleri olmuştu. Bu vagabond tipin inisiyatif alan Batılı bir örneğidir.

Şimdi de Doğudan bir örnek verelim: Ö.L. Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” olarak adlandırdığı, şahsen Alp-Eren dervişler veya bazen de erenler olarak tercih ettiğim ifade Asya’nın içlerinden bütün Anadolu ve Balkanları dönüştüren orijinal şahsiyetleri hatırlıyoruz. Çoğu kez ya tek bir kişi veya küçük bir aile olarak öncü kuvvetler şeklinde diğer memleketlere ilk kez yerleşen insanlardır bunlar. Alp-eren Sarı Saltuk’un Mostar yakınlarında Blagay yakınlarındaki yerleşimi; Macaristan’daki Gül Baba ve binlerce alperen bu modelden. Kendisini ve ailesini savunacak kadar savaşçı, çevresini dönüştürecek kadar açık ve iletişim kabiliyeti yüksek, geçimini kendi emeğiyle sağlayan gönül erleri…

(Devam edeceğiz…)