“Filistin meselesi” ile karşılaşmam, 1970’li yıllardaki ilk gençlik günlerime tekabül eder. Nakba’dan otuz yıl sonra öğrendiğim Filistin meselesi, yaşadıkça ve yaşamanın farkına vardıkça insanlık vicdanında derin izler bırakan acı ve zulümlere tanıklıklarla geçti. Zulüm mesaisi devam ediyor. Mülteci bir Filistinli ile ilk karşılaşma ve sohbet etme imkânını 1979 yılında Mekke’de yaşadım. Bir grup arkadaşla katıldığım Muhammed Kutup konferansından sonra orada öğretim üyesi olan bir Filistinliydi. Ve Filistin’e dair kesintisiz en uzun süreli yazıları da yarım asır sonra Diriliş Postası’nda yazdım ve galiba yazmaya da devam edeceğim. 7 Ekim 2023 sonrası bir veya iki eksikle aralıksız her pazar Filistin’i ve Gazze’deki siyonist zulmü yazmaya devam ediyorum. Bugün olup bitenleri anlamak için de geçmişe bakmak gerek. Hafızasını yitiren milletler maalesef yaşadıkları vakte dair tarih yapamıyorlar ve geleceklerini de inşa edemiyorlar. Tarih, coğrafya ve medeniyet verilerinin her biri birer hafıza kaydı olarak raflarda tozlanmaya bırakılmış durumda. Ve her metin ürpertici, uyarıcı, düşündürücü ve günün dünden farklı olmadığını ortaya koyucu niteliktedir.

Filistin topraklarında kolonyal bir Yahudi Devleti fikrinin öncü isimlerinden biri Fransız cüce komutan Napolyon’du. 1797 yılında Akka’yı kuşatarak Filistin topraklarında ilerleme ve idealini gerçekleştirme hedefi kursağında kaldı. Osmanlı Devleti bu ilerlemeyi durdurdu. Kırk yıl sonra İngilizler aynı ideallerle bir devlet kurmak istediler. O tarihlerde Filistin topraklarında sadece üç bin Yahudi yaşıyordu. Ve İngiltere bölgede sürekli araştırmalar yaparak raporlar hazırlıyor, İngiliz elçiliği vasıtasıyla Osmanlı yönetimini Yahudilere toprak vermeye ikna etmeye çalışıyordu. 1907 yılında İngiliz hükûmetinin iki Haham’a hazırlattığı raporun son cümlesi, “Gelin çok güzel ama başkasıyla evli.” diye bitiyordu. Kudüs ve Filistin toprakları Filistinlilerindi.

Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı ve Batı’nın Orta Doğu olarak tanımladığı ilahi dinlerin kalbi olan bölge “Mezopotamya – Bereketli Hilâl, Münbit Hilâl veya Verimli Hilâl” 1948’de ideolojiye dönüştürülmüş siyonist temsilcilerine devlet kurmak üzere verildi. Ve aynı yıl Filistinlilerin Nakba olarak niteledikleri “Büyük Felaket” başladı.

Dönemin önemli tarihçilerinden Arnold Toynbee “Filistin’deki trajedi, yerel bir durum değildir. Bütün dünyaya mal olmuş bir trajedidir. Çünkü yaşananlar adaletsizliktir ve dünya barışı için bir tehdittir.” diyecektir.

Emperyal güçler, yirminci yüzyılın başında fosil yakıtın güvenliği için ellerini insan kanıyla yıkamak üzere bir karar aldılar ve İsrail’i kolonyal iştahlarının dizginlenemez nöbeti için Filistin topraklarına yerleştirdiler. Asrın her demi Mezopotamya topraklarında petrol varillerine adres kanla yazıldı. O kan ABD ve diğer Avrupalı iş birlikçilerin mermileriyle akıtıldı.

Kendilerine ait topraklarda evsiz, mülteci, terörist (!) olan Filistinlilerin dramını anlamak ve siyonizmin savaş ahlakından yoksun temsilcilerinin “aslında neden insan olamadıklarını ve ne olduklarını” anlamak için biraz geçmişe ve onlarla aynı dünyadan olanların yazdıklarına bakmak gerek. Bu hafta Noam Chomsky-Han Pappe'nin birlikte kaleme aldığı "Yaşamla Ölüm Arasında Gazze / Dünden Bugüne Filistin Sorunu" kitabından, Chomsky'nin "Tüm Vahşileri İmha Edin: Gazze 2009” başlıklı metninden hareketle bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Nakba ile başlayan vahşetin sürekli yeniden başladığını ve her yeniden imha ile başlatılan toprak ilhakının bir daha sahiplerine asla dönmediğini, döndürülemediğini ve dönmeyeceğini; dolayısıyla emperyalist güçler aracılığı ile Filistin’e yerleştirilenler tarafından işgal edilmiş Filistin topraklarında bir barış ihtimalinin ve bir arada eşit haklara sahip insanlar olarak yaşamanın her geçen gün imkânsız olduğu anlaşılmaktadır. ABD ve Avrupa’yı kalkan olarak kullanan ve Yahudiliği ideolojik bir aygıta dönüştüren İsrail; etnik -ırkçı-, kolonyal, ulusal projesini yerleşimci-işgalci ahlaksızlıkla adım adım Filistin topraklarında uygulamaktadır.

Edward Said’e göre “Filistin alelade bir yer değildir. Tek tanrılı dinlerin bilinen bütün tarihleri ve gelenekleriyle harmanlanmıştır, her türden nice fatihlerin ve medeniyetlerin gelip geçtiğini görmüştür. Yirminci yüzyılda çoğu 1948’de trajik bir şekilde tehcire uğratılarak dağıtılan yerli Arap sakinler ile bölgeye sonradan gelip bir Yahudi devleti kuran ve 1967’de Batı Şeria ve Gazze’yi ele geçiren, çoğunlukla Avrupa kökenli siyonist Yahudilerin siyasi hareketinin durmaksızın çekişme sahası olmuştur.”   

Chomsky de bir tespitinde, "Çaresiz durumdaki Filistinlilere karşı en yeni ABD-İsrail saldırısı 27 Aralık 2008 Cumartesi günü başladı. İsrail basınına göre saldırı altı ay boyunca çok titiz şekilde planlanmıştı. Planın iki boyutu vardı: askerî boyut ve propaganda boyutu. 2006'daki Lübnan işgalinden çıkarılan dersler üzerine kurulmuştu. Yani yapılan ve söylenen şeylerin çoğunun, önceden planlandığından ve kasıtlı gerçekleştirildiğinden emin olabiliriz. Hiç kuşkusuz bu söylediklerim saldırının zamanlaması için de geçerli: Saldırı öğleden biraz önce, yoğun bir nüfusun yaşadığı şehirde çocukların okuldan döndüğü ve kalabalıkların sokaklarda olduğu bir saatte yapıldı. Yalnızca birkaç dakika içinde iki yüzden fazla kişi öldü, yedi yüz kişi yaralandı. Bu saldırı, kaçacak yeri olmayan savunmasız sivillerin kitlesel katliama kurban gitmesi için iyi bir başlangıçtı." diyerek haksız savaşın planlı ve sinsi yüzünü anlatır.

Bu ve benzeri savaş stratejileri Nazi savaş teorilerine dayanır. Bu savaş teorisinin ana fikri “siyasi amaçlar için sivillere acı çektirmek”tir. Son yıllarda devletler yerine bu strateji, terör ve terörü destekleyen devletler tarafından kullanılıyor. Sivillere yönelik toplu katliamı hedef edinen bu anlayış gayr-ı insani ve savaş ahlakını barındırmaz. Bugün İsrail ve destekçileri tarafından kullanılıyor. Bu amaç doğrultusunda İsrail; Filistinlilerin köylerini, evlerini, sivil nüfusun yoğun yaşadığı mülteci kamplarını, su ve kanalizasyon sistemlerini, hastaneleri, okulları, camileri, BM insani yardım tesislerini, ambulansları ve yaralıları acımasızca vurmaya ve masum insanları katletmeye devam ederek kendilerine zulmettiğini iddia ettikleri Nazi stratejisini yaşatmaya devam ediyor.

Filistinli şair Barghouti yıllar sonra ülkesine dönerken heyecanını “Şiirin beldesine doğru yürüyorum. Bir ziyaretçi? Bir mülteci? Bir vatandaş? Bir misafir? Bilmiyorum.” kelimeleriyle anlatacaktır, Şairin Filisitini’nde. Bir başka şair Tevfik el-Zeyyat

“ben, / çarmıha gerilmiş / Filistinli!” diye feryat edecektir. İsa peygamberin çarmıha gerilmesine isyan edenler, duyar mı dersiniz?