Artık geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir” derken Jean Baudrillard, sıradan bir sokağın sıradan ayaklarının istikametinden yola çıkmıyor tabii ki. Küreselleşme denilen çağ dışı mekanizmanın, toplumlarla üzerindeki evrimini gözlemleyerek dünya insanının en son kendini de tüketerek kendi kıyametini koparacağını söylüyor.

Gelgelelim küreselleşme sarmaşığının tam ortasında Türkiye’nin binlerce yıllık geleneksel tecrübesine sarılması gerektiğini içindeki kısık sesler salık veriyor. Bu salık miting alanlarında hep bir ağızdan işleniyor, “Biz kısık sesleriz… minareleri/ Sen, ezansız bırakma Allah’ım!” Büyük bir ipucunu kendimiz zikrederken çağın zombileşme hastalığından nasıl kurtulacağımıza işaret fişeğini de kendimiz yakmış oluyoruz.

2002-2015 jenerasyonu, Türkiye’de artık yönetim mekanizmalarına dâhil olmaya başladı. Yuvarlak hesapla 15 senelik bu süreçle hemhal olan bu jenerasyonun eksiklerinden yola çıkarak Türkiye’nin de eksiklerini sıralayabilmek mümkün.

Kendi tarihiyle bir ünsiyet kuramamış Türkiye üzerindeki jenerasyonlar küresel oligarkların elinin altında şekilden şekle girerek sağılmalık inek konumuna intikal ettiriliyor. Teorikte de pratikte de “devlet” gölgesinden bihaber olarak yetiştiren jenerasyonlar, kendini çağın suni bedestenlerine bırakmaktan kendilerini alamamaktadırlar. “Devrimcilik” 50’lerden sonra bir moda akımı olmaktan öteye gidemedi. Kim neyi devirdi, kim devrilenin yerine ne getirdi meçhul.

70’lerde İran’da her ne olduysa zamanın jenerasyonu koşulsuz sempatiyle gard takınmış yine o jenerasyon 90’larda devlet mekanizmasına yer edinmeye başlamış ve nihayetinde yer edindikleri alanda çeşitli yapıları bertaraf ederek konuşlanmışlardır. Bugün, geçmişin aynasıyla, 15 senelik zaman diliminde yetişen nesle “nitelik” enjekte çalışmak dünya üzerindeki oligarkların tam da istediğini yapmaktan başka ne işe yarayabilir?

“Şuculuk-buculuk” modern dünyanın bir safı. Bu topraklarda modern olan maya tutmamış, bilakis modernliğin hangi dünyanın sesi olduğunu Anadolu toprakları her ezan sesinde karşı saf tutmak için harekete geçmiştir. Türkiye de modern safların karşısında ezanın özüne dönmesinden itibaren kendi safını da dünyanın karşısına dikmiştir.

Şimdi, tüketim ahlâkının tükettirici unsurları sistemli bir şekilde Türkiye’de afişe ediliyor.

Türkiye’de bu toprakların ve geleneklerinin ekmeğini yiyerek peşinden gelen kitlelere Batı’nın 3. sınıf çevirileriyle antilik inşa edersen, İran’ın romantik-otantik sanatçılarını ve sanatlarını üstüne bir de geleneklerinin güzellemesi yaparsan, yaptığın ikrara söylediğimiz bilgileri de eklemelisin. Öyle TV’lerden, köşe yazılarından, sağda solda potansiyel ve gönüllü misyonerlik yaparsan ve bir yerde etrak-ı bî idrak ve bir yerde kavm-i necîb-i arab dersen, orada kalkıp birisi ne mutlu Türk’üm der. Alenen vatana ihanet suçu işleyenlerle onlara müsaade edenler, yol verenler, hukuk-kanun yoluyla dokunmayanlar arasında ne gibi bir fark var?