2002 yılında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde 27 yaşındaki Laci Peterson’un kaybolması, sıradan bir aile trajedisinden çok daha fazlasına dönüştü. 8 aylık hamile olan Laci, Noel arifesinde ortadan kaybolduğunda, tüm gözler eşi Scott Peterson’a çevrildi. Masumiyetini savunan Scott, kısa sürede medya tarafından “katil koca” olarak damgalandı. Aylar sonra, San Francisco Körfezi kıyısında Laci’nin ve doğmamış bebeği Conner’ın cesetleri bulundu. Scott Peterson tutuklandı ve 2005 yılında idam cezasına çarptırıldı.
NETFLIX BELGESELİ: THE MURDER OF LACI PETERSON
Netflix’in yayınladığı The Murder of Laci Peterson adlı belgesel dizisi, davayı hem hukuki hem de toplumsal açıdan yeniden ele alıyor. Belgesel, medya manipülasyonunu, halkın önyargılarını ve Amerikan adalet sisteminin karanlık yanlarını gözler önüne seriyor. Belgesel ayrıca Scott Peterson’un mahkûmiyetiyle ilgili tartışmaları da derinleştiriyor; çünkü hala onu masum olduğuna inanan büyük bir kesim var.
GERÇEK HAYATIN GONE GIRL’Ü MÜ?
Bu dava, birçok açıdan David Fincher’ın 2014 yapımı Gone Girl (Kayıp Kız) filmiyle karşılaştırılıyor. Filmde, karısını öldürmekle suçlanan bir adamın medyada linç edilmesi ve karanlık bir gerçeğin ortaya çıkması anlatılıyor. Gone Girl’ün yazarı Gillian Flynn, doğrudan esinlenme olmadığını söylese de, Peterson davasındaki detaylar –hamile bir kadının kaybı, şüpheli koca, medya baskısı ve çiftin mükemmel evlilik görüntüsü– filme ilham verdiği düşünülen noktalar arasında. Özellikle Peterson’un kaçamak ilişkileri, kamuoyunun algısını hızla şekillendirmişti; tıpkı Nick Dunne’ın karakterinde olduğu gibi.
KAMUOYUNUN HÜKMÜ, MAHKEMEDEN ÖNCE GELDİ
Laci Peterson davası, günümüzde bile tartışılan “medya yargılaması” kavramının çarpıcı örneklerinden biri. Netflix belgeseli, izleyiciyi yalnızca bir cinayet davasının içine değil; aynı zamanda modern toplumun adaleti nasıl şekillendirdiğini sorgulamaya davet ediyor.
