Şengül Boybaş’ın “Dünyanın Uyanışı” adlı romanında Göbeklitepe’de yaşanan olaylar kaleme alınıyor.  Malum bu sene Göbeklitepe gerek diziler, gerekse filmlerden dolayı merak konusu oldu. Binlerce yıllık tarihe ev sahipliği yapan Göbeklitepe Şanlıurfa il merkezine 22 km uzaklıkla arkeolojik bir alan. Dolayısıyla Göbeklitepe ile ilgili yazılan eserler ve o eserleri kalem alan isimler de merak ediliyor. Şengül Boybaş’ın “Dünyanın Uyanışı” adlı kitap da Göbeklitepe’yi anlatıyor. Bu kitap ve yazarı ile ilgili merak edilen ayrıntılar haberimizde…

Dünyanın Uyanışı kitabından detaylar…

Bir rüyayla başladı her şey. İki nehrin arasındaki bereketli topraklarda yürüyordu Atiye, birden hoş manzara yerini karanlık, kan gölü ve çığlıklarla süslenmiş bir senfoniye bıraktı. Toprak ana yeni bir çağa, Atiye kendi uyanışına gebeydi. Karanlığın sahibi içindekini çekip çıkarmak için karnına yöneldi ve uyandı Atiye. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, çünkü o da biliyordu ki geçmişin hikâyeleri sonsuza dek gömülü kalamazdı. Ve gerçeğin izlerini sürmek için yola çıktı, varacağı yerin sırrını bilmeden… Çünkü insanoğlunun hikâyesinin bittiği yerde onun hikâyesi başlıyordu.

İnsanoğlunun hikâyesinin bittiği yerde hikâyesi başlayan Atiye, sıradan biridir ancak sıradışı bir kader yolu onu beklemektedir. Geçmişi geleceğinin önünde aşılamaz bir dağ gibi dururken hayatının önüne çıkardığı işaretlere kayıtsız kalamayıp rüyalarında gördüğü Göbeklitepe’ye giderek kaderinin peşine düşer. Peki, bu yolda hiç beklemediği şeylerle karşılaşan Atiye, sıradışı kaderinin sırrına ulaşabilecek mi yoksa bu sırrın içinde kaybolup gidecek mi?

“Geçmişi, geleceğinin önünde aşılmaz bir dağ gibi duruyordu. Artık sadece iki seçenek vardı önünde: Ya bu topraklara ait olmaya çalışacaktı ya da ebedi bir göçebelik başlayacaktı ruhunun çorak topraklarında.”

“Öyle rüyalar vardır ki gerçek, onların yanında solgun bir anı gibi kalır.”

Binbir kapısı olan hayatta Göbeklitepe kapılarını Atiye’ye açacak mı? Atiye boyut kapılarına ulaşabilecek, ailesine kavuşabilecek mi? Atiye’nin sıradışı kaderine, ruhani yolculuğuna konuk olmaya hazır olun. Bu yolculuk boyunca dünyanın ilk tapınağı, inancın ilk merkezi olan Göbeklitepe’nin gizemli sayfalarında dolaşacak, tarihin devir değiştiren sütunları arasında gezineceksiniz.

2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yerini alan Göbeklitepe’yi, günümüzden 11 bin yıl öncesine dayanan tarihini kendi hikâyesini arayan Atiye ile yeniden keşfedeceksiniz!

“Sen göremesen de hayat kapılarla doludur. Ve eğer gerçekten istersen, onların içinden geçerek yeni dünyalar keşfedebilirsin.”

“Yaşanan her şey birer doğum sancısıdır. Ölüm ise doğumun ta kendisidir. Karşımıza çıkan herkes, her şey, kendi mevcut gerçekliğimizde ölüp yeni bir gerçekliğe doğuşumuza hizmet eden birer ebeden ibaret.”

Şengül Boybaş kimdir? Nereli?

Üzerinde yaşadığımız bereketli toprakları, hayatın yanlış yaşanışını ve insanlığın sonsuz kez yenilişinin çarpıcı romanı Dünyanın Uyanışı’nı bir solukta okuyacaksınız! Sonunu merak etmekten kendinizi alamayacağınız, tek solukta okuyacağınız bu kitapla Atiye’nin sıradışı kaderini doğurmasına, yeniden doğuşuna tanıklık etmeye hazır olun!

GÖBEKLİTEPE HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER

Göbeklitepe arkeolojik alanı, 2011 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne eklendi. Çünkü bu özel bölgenin keşfi; insanlık tarihi, dinler tarihi ve insanların yerleşik hayata geçmesi gibi konularla ilgili bilinen tüm anlayışı değiştirdi. M.Ö. 10.000 yılına uzanan Göbeklitepe tarihi, 1995 yılından beri devam eden arkeolojik çalışma ile birlikte, tüm dünyaya insanlık tarihi hakkında bildiklerini sorgulatmaya devam ediyor.

Göbeklitepe nerede?

Göbeklitepe, Şanlıurfa sınırları içinde yer alıyor ve Şanlıurfa’nın 20 km kuzeydoğusunda bulunan Örencik köyü yakınlarında bulunuyor.

Bilinen ilk ve en büyük tapınak

Göbeklitepe, yeryüzündeki ilk inancın merkezi olabilir. Bölgede tespit edilen yaklaşık 20 tapınak var ve bugüne kadar yalnızca 6 tanesi gün ışığına çıkarıldı.

Mısır piramitlerinden 7500 yıl daha eski

11.000 yıldan daha eski olan Göbeklitepe’nin geçmişi, Neolitik Çağ’ın A evresine dayanıyor. Bölgedeki kült yapıların, tarım ve hayvancılığa yakın olan son avcı grupları tarafından inşa edildiği biliniyor.

Bölgedeki arkeolojik kazı, 1995 yılında başladı

Göbeklitepe, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi’nin birlikte yürüttüğü Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Projesi kapsamında tespit edildi. Asıl çalışmalar ise 1994 yılında Heidelberg Üniversitesi’nden Klaus Schmidt tarafından yapıldı ve bu sayede bölgenin anıtsal karakteri ortaya çıkarıldı. Kazı çalışmaları, bu keşiften bir yıl sonra başladı.

Kabartma hayvan figürleri

Göbeklitepe’de en fazla yabanıl hayvan motifleri görülüyor. Motiflerde yer alan hayvanlar çeşitlilik gösteriyor ve dönemin faunasıyla uyum içinde. Hayvan figürleri tek ve kabartma olarak işlenmiş; taşların üzerindeyse akrep, tilki, yılan, yaban domuzu, aslan, turna, yaban ördeği gibi birçok hayvan motifi yer alıyor.

İlk buğday

Yapılan araştırmalar, önemli bir kültür bitkisi olan buğdayın atasının bu bölgede yetiştiğini gösteriyor. Göbeklitepe toprağında bulunan ve yabani bir buğday türü olan einkorn taneleri, bunun en büyük göstergesi. Bölgede tespit edilen diğer bitki kalıntıları ise badem ve yer fıstığının yabani türleri.

Tapınağın inşası

Göbeklitepe’nin inşa edildiği dönemde, insanlar bitki toplayan ve hayvan avlayan küçük gruplar halinde yaşıyorlardı. Göbeklitepe’nin inşası için ise muhtemelen ilk kez bu kadar kalabalık bir biçimde bir arada oldular. Çünkü, tapınak için kayalık bölgelerden büyük sütunlar ve ağır taşlar 2 km boyunca, el arabası ve yük hayvanları olmadan insanlar tarafından taşınarak bölgeye getirildi.

Göçebe toplulukların tarımla yerleşik hayata geçtiği bilgisi değişti

Bu bilgiyi hepimiz tarih derslerinde defalarca kez duymuşuzdur: Göçebe topluluklar, tarımı öğrenerek yerleşik hayata geçtiler. İşte Göbeklitepe’deki araştırmalar, bu tarihi bilgiyi tamamen değiştirdi. Arkeolog Schmidt bölgede yaptığı araştırmaların sonucunda, avcı ve toplayıcı toplulukların Göbeklitepe gibi dini merkezlerde sürekli olarak bir araya gelerek yerleşik hayata geçtiği yorumunu yaptı. Yani aslında insanoğlunu yerleşik hayata iten şey, dini mabetlerin etrafında kalma arzusu.

Editör: TE Bilisim