Osmanlı ordusu'nun muzaffer askerlerinin teberrüken Peygamber Efendimiz sallallâhu ve sellem'in 'Muhammed' ismine nisbet edilmesiyle oluşan 'Asakiri Mansurei Muhammediye' teriminin Türkçe anlamı ve özellikleri merak konusu. Ne zaman ve hangi padişah tarafından kurulduğunu da araştıran vatandaşlar "Asakiri Mansurei Muhammediye ne demek? Asakiri Mansurei Muhammediye kelime anlamı ve özellikleri" bilgilerine ulaşmak istiyor. Cümle olarak Arapça sıfat tamlamalarından oluşan terimin kelime kökeni, anlamı ve Osmanlı/Arapça yazılışına dair detayları da yazımızda bulacaksınız. Peki, Asakiri Mansurei Muhammediye ne demek? Asakiri Mansurei Muhammediye kelime anlamı ve özellikleri haberde!
Asakiri Mansurei Muhammediye ne demek? Asakiri Mansurei Muhammediye kelime anlamı ve özellikleri
Tam yazılışı 'Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye / [عساكر منصورۀ محمديه]' şeklinde sıfat tamlamalarından oluşan Arapça kelime öbeği, 'Muhammed'in yardım olunmuş [muzaffer] askerleri' demektir.
Asâkir/عساكر: Asker kelimesinin çoğuludur.
Mansûre/منصوره: Nusret masdarının ism-i meful müennesi olup "yardım olunmuş" demektir. Bu cümleden Osmanlı askerlerine özellikle Allah (c.c.) tarafından gelen manevi yardım kast olunmaktadır.
Muhammediyye/محمديه: Peygamberimiz (s.a.v.)'in ismi olup kelime kökeni olarak hamd masdarının tefilden ism-i mefuludür. Çokca övülen anlamına gelir. Sonunda ise aidiyet ifade eden Yâ-i Nisbiyye gelmekle 'Muhammed'e ait' anlamını ifade etmektedir.
Asakiri Mansurei Muhamediye nedir, kime denir?
Asakiri Mansurei Muhamediye Osmanlı ordusu bünyesinde yer almış bir ocaktır.
Sultan II. Mahmud tarafından Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasının ardından kurulmuştur.
Ağa Hüseyin Paşa'nın komuta ettiği ocakta Koca Hüsrev Mehmed Paşa serasker olarak görev yapmıştır.
Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye özellikleri hakkında TDV İslam Ansiklopedisi'nde kısaca şu bilgiler yer almaktadır:
"Sultan II. Mahmud, XVI. yüzyıl sonlarında bozulmaya başlayan, XVIII ve XIX. yüzyıllarda artık disiplin ve düzenin kalmadığı bir isyan yuvası haline gelen Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmak için uzunca bir süre beklemişti. Ocağı içeriden de elde etmek amacıyla iş başına daima kendi fikrindeki adamları getirmiş ve 1826’da Ağa Hüseyin Paşa’nın da desteğiyle, yüzyıllardır devletin merkezî kuvvetlerinin en önemlisi olan Yeniçeri Ocağı’nı lağvetmiştir; yerine ise Hz. Peygamber’in ismine izâfetle Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adı verilen teşkilâtı kurmuştur. Osmanlı tarihlerinde yeniçerilerin ortadan kaldırılması olayına Vak‘a-i Hayriyye denir. Bu sırada yeniçerilikle ilgili her türlü isim, unvan ve işaretler kaldırılırken Ağakapısı’nın adı da Serasker Kapısı olarak değiştirilmiş ve bu sıfatla başa getirilen ilk kişi Ağa Hüseyin Paşa olmuştur. Süleymaniye’deki Ağakapısı kısa bir süre Seraskerlik dairesi olarak kullanılmış, daha sonra bugün İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerdeki Eski Saray bu işe tahsis edilmiştir. Bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binası Sultan Abdülaziz tarafından Bâb-ı Seraskerî olarak inşa ettirilmiştir.
Kuruluşundan hemen sonra Asâkir-i Mansûre’ye kaydolmak için gerek İstanbul içinden gerekse taşradan pek çok istekli çıkmıştır. Hazırlanan nizamnâmeye göre, “kim idüğü belirsiz aylak kimseler” ve “mühtedîler” bu teşkilâta alınmayacak, ancak şartları elverişli, öncelikle yaşları on beş ile otuz arasında olanların kaydı yapılacaktı. Ancak, kırk yaşına kadar olanlardan gücü kuvveti yerinde ve dinç kimseler de alınabilecekti. Yaşları on beşin altında olup Asâkir-i Mansûre’ye yazılmak isteyen çocuklar için Şehzadebaşı’ndaki eski Acemi Ocağı Kışlası tâlimhane olarak tahsis edilmişti. Kısa sürede büyüyüp gelişen “Mansûre askerleri” için Üsküdar ve Levent’teki kışlalara yenileri ilâve edilmiştir. Yeni kurulan ordunun ilk mevcudu 12.000 kişiydi. Bu da 1500’er kişilik sekiz “tertib”e ayrılmıştı. Tertibin en yüksek rütbeli subayı binbaşıydı. Bu sekiz binbaşının üstünde bir başbinbaşı bulunuyordu. Ancak bir tertibin toplam mevcudu, iki sağ ve sol kolağası, topçubaşı, arabacıbaşı, cebehanecibaşı, mehterbaşı, imamlar, hekim ve cerrahla birlikte 1527 kişiyi buluyordu. Her tertip sağ ve sol diye iki kola ayrılmış, bunların her biri bir kolağasının emrine verilmişti. Her kol da “saf” adı altında altışar kısma bölünmüştü. Her safın başında bir yüzbaşı vardı. Bu yüzbaşıların emrinde iki mülâzım, bir sancaktar, bir çavuş ve on onbaşı bulunmaktaydı."
Editör: Vildan Sarısoy
[email protected]





