İbrahim bin Edhem’e sordular; “Nasılsın?” diye, şu şiirle cevap verdi:

Yamadık dünyamızı, yırtarak dinimizden,

Sonunda din de gitti, dünya da gitti elimizden…

İktisadi çürüme değil yaşanan; sosyal çürüme yaşıyoruz. Hayatın her alanında bir sosyal çürüme hâkim olmaya başladı. İnsanlar en değersiz metaları, çok değerli gibi paylaşıyorlar artık. Değeri olmayan şeyler, çok değerli gibi sunuluyor. Bir zamanlar kötü addedilenler şimdi çok değerli gibi pazarlanıyor. Alıcısı da var artık. Tüketim kültürünün yönü değişti. İnsanlar dün, kötü dediklerine bugün taparcasına inanıyorlar. Ekonomi değil aslında konu. Güney Amerika ülkesi gibi olmaya başladık, kabul etmeliyiz artık; eline silahı alan bir yerlere saldırıyor. Tehdit, şantaj gırla gidiyor. İnsanlar sokağa çıkmaya çekinir hâle geldi; çocuklarının bu mafyavari tiplere özenmesinden korkuyor. Belanın kapısına bağlanmasından korkuyor. İçişleri Bakanlığı son birkaç ay içinde onlarca mafya yapılanmasına operasyon yapıp çeteleri çökertti. Her gün gazetelerde, televizyonlarda boy boy, çökertilmiş mafya ile ilgili haberler görüyoruz. Ama bitmiyor ki. Devletin yetkili mercii bile camide imamı dövüyor. İtiraz edene parmak sallanıyor. Yetmiyor. Bazı başka idareciler bile, “Bu konuda yanlışı yapanın alnından öpüyorum, gözlerinden öpüyorum” deyip yanlışı paylaşanı sosyal medyadan linç edebiliyorlar ve toplum olarak bu durumu alkışlar bir güruh oluşuyor. Adalet hak getire. Bizim, üstünde çalışmamız gerekli esas konu budur. Bu konularla ilgili ne çabamız olmuş, durup yeniden değerlendirmek gerekiyor. Hak mı, adalet mi, sopa mı?

Dünyada ekonomi illa toparlanır. Kapital kendini yok etmez. Para gider ve gelir. Olan şey, yaşam felsefemizin bir şekilde tüketilmesi. Yaşam felsefemizi kaybediyoruz ve bunu geri kazanmak için kültürel anlamda bir çaba sarf etmiyoruz. Dizilerde, sinemada, edebiyatta; göçmen kültürü, mafya kültürü, bar-pavyon kültürü işleniyor ve insanlar bu konuları tüketiyor. Sosyal çürüme bu. Şöyle bir gözden geçireyim dedim; bir de baktım ki bir yerden sonra sayamıyorum. Onlarca mafya özendirici dizi var televizyonlarda. Şimdi bir de yeni nesil kanallar var. Onlar da bu dizileri tekrar tekrar izleme şansı veriyor izleyiciye. Youtube zaten kontrolsüz bir alan, isteyen istediğini yüklüyor; isteyen istediğini izliyor. Çocukların ağzında “Geleceğini düşünen kahraman olamaz” cümleleri gırla geziyor ve kimse bu rezillikler için hiçbir şey diyemiyor.

Toplumsal çürümeden dem vuranlar, bu çürümüşlüğün tam ortasına kamp kurup ahkâm kesmeye devam ediyorlar. Herkes gücü yettiğince bu ahlaksızlığı besliyor. Gücü nispetinde çalan, gücü nispetinde toplumu zehirleyenler çoğunluğu veya azınlığı olduk. Kendi penceremizden bakmadan başkalarını eleştiren insancıklar hâline geldik.

Hem bir zemin inşası ihtiyacı görülür hem de bu inşa için çevredeki setlerin aşılması cesareti gösterilmez ise Türkiye, o yeniden inşa potansiyelinin setler, sıkışan taraflar ve parçalar içinde ezilip gitmesiyle her türlü tehdidin kol gezdiği bir karanlığa sürüklenmiş olacaktır.

İçine girildiğinde bir karanlık gibi gözükmeyebilir bu durum. Tek tek çürüyen her şey, tortusundan ibaret kaldıkça başka tortularla karışıp bulundukları yerde kurumlaşabilir ve bir süre sonra şu hızlanan çağın hareketiyle hareket ediyor; bulunduğu yerin işlevini yapıyor hatta zamanın akışıyla rezonans kurabiliyor gözükebilir.

Örneğin en genelde devlet, “yeraltı”nın güçleriyle ilgi ve “görev” alanının her noktasında sembiyotik ilişkinin “hukuku”nu kurabilir; böylece dünün “güvenlik sorunu” oluşturanları ile güvenlik aygıtı, ticari mahkemelerle de çek-senet mafyaları “düzen” sağlar, metropoller gettolar toplamına dönüşür, partiler çıkar şirketi olma yolundaki -zaten başlamış- “evrimleri”ni kemale erdirir; mevcut medyanın her şeyi imaja dönüştüren ve ondan ibaret kılan mantığı, kültürel ve toplumsal alana tamamen egemen olur. Bu şemaya “ruh” verecek olan ise şiddet ve çıkar kültürünün; rekabet mantığının tüm değerlerini, moral ve etik ölçütlerini giderek ufaltıp ezdiği mevcut gidişatın potasında oluşacak olan şeydir.

Ne olacağımıza tarihsel birikimimiz ve irademizle seçerek ve seçimimizin gereklerini yapıp bedelini ödemeye hazır olarak kendimiz karar verme gücünü gösteremez isek, bu gücü yaratamazsak, biz -galiba bir kez daha- bize böylece benzemiş olacağız. (Son cümleler Ömer Laçiner’e ait, buraya cuk oturduğu için hiç değiştirmeden eklemek istedim.)

Hâlâ vakit var ve biz adım atmak zorundayız, vesselam…