Bir anadan dünyaya gelen yolcu

Görünce dünyaya gönül verdin mi

Bir zamanlar Allah’tan, annemden ve iftiradan korkardım. Ya Allah beni sevmezse? Ya anneme bir şey olursa? Ya yapmadığım bir şeyden dolayı hemen her şeye inanan insanlar bana iftira ederlerse? Sanırım artık bu şekilde korkmuyorum. Artık, Allah’tan, kadınlardan ve yapmak isterken yıkmaktan korkuyorum. Bir de bu dünyadan giderken her türlü borçlu korkmaktan korkuyorum. Allah’tan, ya benden umudunu keserse diye korkuyorum. Yıkmaktan kim korkmaz ki? Kadınlardan, tanımadığım için, diyeyim. Hani Sokrates demişti ya, “İnsan bilmediğinden korkar” diye. Ve aslında kadınların erkekleri, erkeklerin de kadınları asla tanıyamayacağına inanıyorum. Borçlu kalmak… Bu sanki sürekli pencerenin önünde bağıran bir çocuk sesi gibi olur. Ne camı açıp o çocuğu susturabilir ne de kızabilirim ona. Borç sürekli bağırır insanın ardından.

Annemin öğrettiği bilgiler üzerine ne öğrendimse aslında hepsi birer tecrübeden öte değil. Bilgisini annemden duyduklarımdan yansıyan tecrübeler.

Anne, neden çocuklar yorulduklarında, dövüldüklerinde, küstüklerinde, çaresiz kaldıklarında annelerine sığınmak isterler? Sahi, sen de annene sığındın mı? Tüm mecalim kesilmeden, kuyruğu dik tutarken yazayım istedim mektupları. Öyle ya menfaatçi bir hal almasın, sözlerimin üzerine sinmesin kaypaklık istedim.

Evet, bir gün sen de annene sığınmak için yola düşmüştün. Yağmurlu bir gündü ve köyün içi çamurdu. Ağlıyordun. O gün bugündür içimde ağlayan bir anne var, daha yirmi dokuz yaşında. Belki de daha da genç. O çamurlu yoldan seninle çok yürüdük. Hep hızlı, hep bir şeylere geç kalacakmış gibi… Bir şeyler için geç olmadan bu mektupları yazmalıyım sana. Sen yaşadın. Varsın. Buna tanığım. Elinde akıllı telefon taşıyan, dilinde ekonomi ve felsefe ve trend şeyler, evine getir götür yemekten yemek alanlardan, dünyanın en pahalı arabasına sahip olanlar, halk otobüsüne binip zenginlerin hangisi bizi daha çok seviyor diye tartışanlar, dolar yükselince bahçedeki maydanoza, boş duran rutubetli evlerine zam yapanlardan, faiz yemek için fetva arayanlardan, Jung’ın adıyla ilişkiye başlayanlardan, dan, dan, dan! Evet anne; sen su kadar sahicisin. Ve var oldun. Bu bile sana mektup yazmam için yeterli sebep. Öyle ya, var olmaları bile bir yok oluş biçimiyken insanların; sen ve senin gibi birkaç son insan var dünyada…

Dünyanın en acıklı şarkılarını dinledim anne. Dünyanın en dokunaklı seslerinden, yarayı kanatan şarkılar ve türküler dinledim. Feyruz, Ümmü Gülsüm, Hayadeh, İmany, Müslüm Gürses, Sarban, Neşet Ertaş… Sonra fark ettim ki her türküden, her şarkıdan sonra senin sesin, senin sözlerin tüm türkülerin üzerindeydi.

 İnsan, kendinden sakladığını annesinden saklayamazmış.

Anneme bu kadar gecikmiş bir mektup yazacağımı hiç düşünmemiştim. Belki de yenilgilerden, yorgunluklardan, bitişlerden, çekilen heveslerden sonra biraz anlamaya başladım annemi. Annemden sakladığım her şeyi anlatamam. Kalbine inme iner. Biliyorum her çocuk bir şeyler saklar annesinden. Eyüpsultan Camii avlusunda çok oturdum. Sessizce izledim güvercinleri, çocukları, çaresiz insanları, aceleci insanları, yaşlıları. Ağlayan çocuklar, küsen çocuklar, reddedilen çocuklar, oyuna alınmayan çocuklar, takdir ve teşekkür almayan çocukların nereye gittiklerini düşündüm. Sezen Aksu ve Ahmet kaya şarkıları dinlediğim zamanları düşündüm. Her tanıştığı kızla evleneceğini düşünen çocukların masumiyetini ve oyun bilmezliklerini hatırladım. Daha bir kavgayı bile ayırt edememiş çocukların uzak ülkelerdeki masum insanların düşmanlardan kurtarmak için yola düşme hayalleri geldi aklıma. Daha bir yumruk bile atmadan eline kocaman silahları alıp dünyanın tüm zalimlerini öldürebilecek öfkelerini düşünüp gülümsedim.

Anne, hepsi aşksızlıktan, hepsi yalnızlıktan, demiştim insanların gaddarlığına, gamsızlığına, aldatıcılığına ve kötülüklerine bakıp… Evet bunlar yalnızlıktan ama asla aşksızlıktan değil. Çünkü aşk bu dünyaya ait ve dünya kadar oyunbaz. Cennetten inerken ya da dünyaya düşerken yanımızda aşkı getirdiğimizi zannederdim. Zamanla anladım ki masumiyeti getirmişiz. Ve ben masum bir yüz gördüm mü aşktan bile vazgeçiyorum.

Diyeceksin ki; olmayanı aramayı bırak, evildenme oğlum! Evet anne, evildeniyor/oyalanıyorken anladım beyhudeymiş tanımların peşinde koşmak. O tanımı şu insana, bu insanı şu sevginin içine hapsetmeye uğraşmak beyhudeymiş. Tüm atlılarımı geri çağırıyorum… Senden kopup düştüğüm bozkıra doğru yürüyorum şimdi. Tüm cümlesi bozuk çıktı pazarın!

 Not: Sanırım bir kitaba başladık. Annelerimizi, doğumlarımızı, dönüşlerimizi, unuttuklarımızı hatırlayacağız sanırım.