Malumunuz Türkiye'nin AB serüveni -henüz AB doğmamışken-1963 yılından beri devam ediyor. Coğrafi olarak Türkiye topraklarının bir kısmı Avrupa kıtasında bulunmasına rağmen, Türkiye'nin kültürel olarak “Avrupalı” olmadığı iddia edilerek Türkiye bir türlü AB'ye alınmıyor. 1999 yılında AB'ye aday ülke olarak kabul edilen Türkiye, tam üyelik müzakerelerine 2005 yılında başladı. Türkiye’nin katılım müzakerelerinde 16 fasıl müzakereye açıldı ve sadece bir tanesi geçici olarak kapatıldı. 2016 darbe girişiminden sonra AB Türkiye ile dayanışma içinde olacağına “insan hakları” meselesini bahane ederek Türkiye'den uzaklaştı.

Aslında Türkiye'nin AB'ye alınmamasında argüman olarak sunulan kültürel, coğrafi sebepler sadece bahane. Tabii ki çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin AB'ye dahil olması giderek İslam karşıtlığının tırmanışa geçtiği Avrupa'da geniş kitleleri rahatsız eder. Ancak gerçek ve temel sebebi Türkiye AB'ye girerse demografik anlamda artık Almanya'yı da geçeceği için Avrupa Parlamentosu'nda en çok temsil edilen ülke olarak AB içinde en çok söz hakkına sahip ülkelerden biri haline gelecek olması. Bu durumda Türkiye kadar büyük ve önemli bir ülkeyi AB içine dahil etmek dengeleri tümden değiştirebilir.

Türkiye bir gün AB'nin parçası olur mu veya olmalı mı bilinmez. Ancak şu bir gerçek ki dünyada meydana gelen her mühim meselede artık Türkiye'nin adı daha çok duyuluyor ve AB bunları Türkiyesiz çözmekte aciz kalıyor. Bildiğiniz gibi uzun süredir dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük iki sorun terörizm ve göç. Her iki meselede de Türkiye AB için adeta can simidi rolünü üstlendi. 2016 yılında AB ile imzaladığı bir göç anlaşması sonrası dünyanın en çok göçmen ağırlayan ülkesi konumuna geldi. Öte yandan, Suriye'de DEAŞ, PKK ve YPG terör örgütleri ile göğüs göğüse savaşan tek ülke olarak Türkiye AB sınırlarının güvenliğini de sağlıyor. Ukrayna savaşı Türkiye'nin önemini daha da arttırdı. Savunma anlamında ne kadar zayıf olduğunu idrak eden AB, bu konuda NATO'ya bağımlı durumda. Ancak dünyanın öbür ucundaki ABD'den medet ummak yerine, yanıbaşındaki asker sayısı açısından NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip, SİHA teknolojisi ile kendisinden her geçen gün daha çok söz ettiren ve Boğazlara hakim Türkiye ile ittifak içinde olmak AB için çok daha mantıklı.

AB'nin Türkiye'ye duyduğu ihtiyaç sadece terörle mücadele, göç yönetimi ve güvenlik ile de sınırlı değil. Ukrayna savaşında hem Rusya hem de Ukrayna ile yakın ilişkileri sayesinde diplomatik hünerlerini sergileyen ve başarılı bir arabuluculuk sergileyen Türkiye, dünyanın karşı karşıya kaldığı tahıl krizini de çözmek için başarılı girişimlerde bulunuyor.

Türkiye'nin son bir başarısını daha sayalım. AB, 2020 Dağlık Karabağ savaşı esnasında sırt çevirdiği, Türkiye'nin yakın müttefiki Azerbaycan ile ilişkilerini güçlendirilme kararı aldı. Rus gazına alternatif bulmak için gittiği Azerbaycan'da Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, hedeflerinin birkaç yıl içinde “Azerbaycan'dan AB'ye gaz sevkiyatını ikiye katlamak” olduğunu bildirdi. Trans Anadolu Doğal gaz Boru Hattı (TANAP) Projesi ile, Azerbaycan doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşındığını hatırlatalım. Yani tekrar AB için enerji anlamında da bütün çıkış yolları Türkiye'den geçiyor.

Biliyorsunuz ki son günlerde Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaş çıkma ihtimalinden bahsediliyor. Ancak yukarıda saydığım bütün nedenlerden dolayı kısa vadede ben böyle bir senaryonun gerçekleşeceğine inanmıyorum. Türkiye AB için gün geçtikçe “kurtarıcı ve vazgeçilmez ülke” haline gelirken böyle bir ülkenin istikrarını bozmak AB'nin de işine gelmez. Her ne kadar Yunanistan ve Ermenistan gibi ülkeler konjonktürel olarak AB tarafından Türkiye'ye karşı birer maşa gibi kullanılsa da AB Türkiye'yi tümden kaybetmeyi göze alamaz. Çünkü sizlere açıkladığım bütün sebeplerden dolayı AB Türkiye'ye muhtaç.