Son yıllarda insanoğlunu tehdit eden türlü türlü sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Pandeminin ikinci yılında bilim adamları tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada dünyada korona bağlantılı ölüm sayısının 18 milyonu geçtiği tahmini ortaya çıktı. İsviçre veya Avusturya gibi ülkelerin toplam nüfusunun yaklaşık 9 milyon olduğu düşünülürse bu rakam dünyadaki birçok ülkenin nüfusunun birkaç katına tekabül ediyor.

Dünya pandemi sınavını bile henüz tam olarak atlatamamışken bir de üstüne Ukrayna Savaşı patlak verdi. Söz konusu savaşın etki ve sonuçlarını neredeyse hiçbirimiz tam olarak doğru hesaplayamadık. Koca koca ülkelerin siyasetçileri ve uzmanlar, savaşın uzun sürmeyeceği ve yaptırımlarla Rusya'nın kısa sürede pes edeceği yönünde yorumlar yaparlarken savaş 1,5 yıldan beri son hız devam ediyor.

Savaşın ortaya koyduğu birçok önemli sorun da oldu: Bunlardan birincisi ve en önemlisi enerji krizinin ortaya çıkardığı enerji bağımlılığı meselesi. İkincisi ise Türkiye'nin arabuluculuğu sayesinde Ukrayna ve Rusya arasında imzalanmış Tahıl Koridoru Anlaşması'yla etkilerini şu ana kadar hissetmediğimiz ancak geçtiğimiz günlerde Putin'in anlaşmadan çekilme kararıyla dünyayı tehdit edecek tahıl ve gıda krizi meselesi.

Peki, Türkiye bu iki sorunla mücadele edebilecek kapasiteye sahip mi? Dünyanın yakın gelecekte yaşayacağı yeni krizlere ne derece hazırlıklıyız? Öncelikle Rus gazına son derece bağımlı olan Avrupa ülkelerinin bu kış yaşadıkları sorunlara hepimiz şahit olduk. Çok sert geçmeyen bir kış ve hızlıca alınan önlemler sayesinde krizi ucuz atlatsalar da artan enerji fiyatları karşısında birçok hane perişan oldu ve şirket iflas etti. Enerji bağımlılığı meselesi bugün dünyadaki birçok ülkenin geleceğini tehdit ediyor. Enerji zengini ülkeler dünyada istedikleri gibi at koştururken Irak örneğinde olduğu gibi ABD ve benzer ülkeler, türlü bahanelerle ülkelerin enerji kaynaklarını ele geçirmek için dünyanın farklı coğrafyalarında savaş ve çatışmalara yol açıyorlar. Türkiye, 39 Avrupa ülkesi içinde enerjide, ithalata en fazla bağımlı beşinci ülke. Ülkemiz enerji talebini karşılamakta yaklaşık yüzde 75 oranında dışa bağımlı. Bunun için bütçeden ortalama 50 milyar dolarlık bir payı sırf enerji ithalatına harcıyoruz. Bu da cari açığımızın önemli bölümünü oluşturan bir pay. İşte tam da bu nedenden dolayı son yıllarda enerji meselesi dış politikamızın temel taşlarından biri haline geldi. Bu meseleye sürdürülebilir bir çözüm yolu bulmadan Türkiye'nin tam anlamda kalkınması zor gözüküyor.

Türkiye, enerji konusunda birçok farklı yol takip ediyor. Doğal gaz ve petrol anlamında arama çalışmalarına hız verildi. Karadeniz'de keşfedilen gaz rezervi 710 milyar metreküpe ulaştı. Akdeniz'deki sondaj faaliyetleri devam ediyor. Petrol konusunda da çalışmalar son hız sürüyor. Türkiye’nin 2022 sonu itibarıyla yeraltında 1 milyar 205 milyon ton petrolü bulunuyor ve bunun 239 milyon tonu üretilebilir durumda.

Doğu Akdeniz'deki zengin doğal kaynaklar; Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Fransa gibi ülkelerin de iştahını kabartıyor. Türkiye'nin Libya gibi stratejik bir ülkeyle imzaladığı deniz yetki anlaşması, söz konusu ülkeleri oldukça rahatsız etti. Son günlerde çeşitli medya kuruluşlarının paylaştığı bir habere göre, Türkiye, Libya'nın başkenti Trablus'un doğusunda bulunan Humus Limanı'nı 99 yıllığına kiralayarak burada bir askeri üs inşa edecek. Henüz Türk makamları bu iddiayı teyit etmese de Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki konumunu sağlamlaştırmak için Libya ve KKTC'de stratejik hamlelerde bulunacağını düşünmek hata olmaz.

Türkiye'nin fosil enerji kaynaklarını geliştirme konusundaki çabaları haricinde yeşil enerji alanında da oldukça önemli girişimleri mevcut. Fosil yakıtlar tükenebilir olduğu ve sonsuza kadar sürmeyeceği için artık bütün ülkelerin çevreyi korumak, küresel ısınmayla mücadele etmek ve gelecek nesillere sürdürülebilir bir gelecek sağlamak amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesinde fayda var. Ülkemiz yenilenebilir enerjide dünyada 12'nci, Avrupa'da beşinci sırada yer alan güçlü bir ülke. Atıl durumda ve tarıma elverişsiz olan hazine arazileri, yenilenebilir enerji yatırımları için üreticilere tahsis edilerek değerlendiriliyor. Türkiye, dört mevsimi yaşayan bir ülke olduğu ve yılın yaklaşık olarak 114 gününde yoğun olarak güneş ışınlarına maruz kaldığı için güneş enerjisi çokça kullanılan bir yenilenebilir enerji kaynağı. Türkiye'nin güneş enerjisi kurulu gücünde 2035'e kadar yüzde 500 artış hedefleniyor. Bunun haricinde, hidrolik, jeotermal, biyokütle ve rüzgâr enerjisi de yaygın yararlanılan yenilenebilir kaynaklar arasında yer alıyor. Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı verilerine göre, 2020 yılında Türkiye, elektrik üretiminin yüzde 42,3'ünü yenilenebilir kaynaklardan karşıladı. AB İstatistik Ofisi (Eurostat) verilerine göre ise 2020'de AB'nin bu alandaki ortalaması yüzde 37,5. Bir başka deyişle elektrik üretimindeki yenilebilir enerji payında AB ortalamasının üstünde bir seviyedeyiz.

Türkiye enerji konusundaki bu üstün çabalarını, yeşil alanlarını ve tarlalarını korumakta da sergilemeli. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde Kocaeli’nin bulunan Derince Limanı’ndaki tahıl deposu patlamasından sonra Fransa’nın La Rochelle tahıl silolarında da yangın çıkmıştı. Bunların haricinde dünyadaki orman yangınları endişe verici bir boyuta ulaştı. Geçtiğimiz yıl ülkemizde yaşadığımız büyük boyutlu orman yangınlarından sonra bu yıl da Hawaii adalarından Yunanistan'a kadar dünyanın birçok farklı bölgesinde çıkan yangınlar, ormanlar kadar yerleşim bölgelerini de küle çevirdi.

Enerji kaynaklarının tükendiği, insanlara oksijen sağlayan yeşil alanların yanıp küle döndüğü, tarlaların hatta tahılların depolandığı siloların bile hedef alındığı bir dünyaya doğru hızla koşuyoruz. Ülkemiz, üzerinde kurulu olduğu yeşil enerjiye, yeşil alanlara ve tarıma elverişli topraklar ve dört mevsimi yaşayan iklimi sayesinde böyle bir dünyada kendini koruyacak avantajlara sahip.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan büyük bir kısmımız henüz açlık, kıtlık ve yokluk ile sınanmadık. Türkiye de gelecekte bizi bekleyen bu tehlikelere karşı şimdiden ve acilen bütün gerekli tedbirleri alarak halkını, insanoğlunu bekleyen bu yeni tehditlere karşı korumalıdır.