Yine en kutlu doğumu kutluyoruz elhamdülillâh. Mevlid Kandilimiz o bizim… Yürekler Muhammed Mustafa sevdasıyla yanar… Diller coşar O’na salât-ü selâmlarla… Mübarek olsun kardeşlerim cümlemize ve İslâm âlemine… Getirdiği “solmaz ve pörsümez” davayı bütün kâinata yeniden yaymak bizim nesillerimize nasip olsun yine inşaallah.  

Kâinattaki doğumların en kutlusu hangisidir sizce?

Hiç böyle bir soruyla karşılaştınız mı?

Belki biraz şaşkınlıkla bakacaksınız bir an…

Ya da soruyu kavrar kavramaz şaşırmadan hemen cevap vereceksiniz:

-Şüphesiz doğumların en güzeli, en kutlusu Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın doğumudur.

-Niçin?

-Zîra O, “âlemlere rahmet olarak” (21 Enbiya 107) gönderilmiştir.

 Allah’ın (c.c.) en sevgili kuludur. Allah (c.c.) O’nu Kur’an-ı Kerîm’de övmüştür.

EN HAYIRLI İNSAN

Allah sevgisiyle dopdolu olan her insan bilir ki; O en hayırlı insandır. O, Hz. İsa Aleyhisselâm’ın müjdelediği kimsedir. Tevrat ve İncil’in asıl nüshalarında O’ndan övgüyle bahsedilmiştir.

Çocukluğundan itibaren sevecenliği, doğru sözlülüğü, eminliği, hak ve hukuka riayeti, hizmet ehli oluşu vb. daha nice güzel sıfatlarıyla öne çıkmış, daha sonra ise “Muhammedü’l-Emîn” diye tanınmıştır.

Tebliğ vazîfesini alıp da insanlara açıklayıncaya dek hiçbir zaman yalanlanmamış, daima doğru sözlülüğün simgesi olmuştur. İyilik, takva ve güzel ahlâkın zirvesine ulaşmış, insanlığa gösterilen “en güzel örnek” olmuştur. Onun için nice şiirler dökülmüştür sadırlardan lisanlara. Şair Nabi’yi hatırlıyoruz:

“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hüdâ’dır bu;

Nazargâh-ı İlâhîdir makâm-ı Mustafâ’dır bu.

Konyalı âşık Hacı Kişi de şöyle der:

Gül yüzünü rüyamızda,

Görelim yâ Rasûlallah!

Gül bahçene dünyamızda,

Girelim yâ Rasûlallah!

SELÂM OLSUN O’NA

“Ey bâd-ı sabâ, uğrarsa yolun Semt-i Haremeyn’e,

Selâmım arz eyle, Rasûlü’s-Sakaleyn’e,”

diyen âşıkların gönül haliyle selâm olsun sevgili Peygamberimize! İnsan olmanın hazzını, mü’min olmanın tadını ancak böylesine manâlarla yaşar insan.

Aşk, sevginin eseri,

Sevgi, aşkın temeli…

Bir şeyde aşk derecesini yaşamak, sevgi tohumlarının kalp âlemine atılmasıyla başlar. O, orada neşv ü nemâ bulup geliştikçe, âdeta gönül âlemini kaplar. Başka bir şey göremez olur âşık.

İşte Rasûlullah’a sevgi de böyledir. Bu sevgi, ileride bir aşk âlemine dönüşür. Bu sevginin aşka dönüşmesiyle Allah muhabbeti başlar gönül hanesinde. Bir coşku vardır artık. Yerinde duramaz olur insan. Ağlamak ve çağlamaktır işi…

Biz inananların Rasûl-i Ekrem’i (s.a.v.) çok sevmesi de buna bağlıdır. Zira O'nu en çok seven Rabbimizdir. Allah’ın (c.c.) sevdiğini bizler de sevmeliyiz pek tabiidir ki.

Zira Allah sevgisine ulaşmak ancak Peygamberimizi çok sevip, O'nun getirdiklerini tatbik etmeye bağlıdır. Bu konuda Tirmizi'nin İbn-i Abbas’tan (r.a.) rivayetinde, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

"Allah'u Tealâ'nın size verdiği sayısız nimetler için O'nu seviniz. Beni de, Allah sevdiği için seviniz. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için seviniz." (Tirmizi, Menâkıb 31) 

Görüldüğü üzere Allah Sevgisi Peygamber Efendimizin sevgisini, O’nun sevgisi de ehl-i beytinin sevgisini gerektirmektedir.

ALLAH KATINDA PEYGAMBERİMİZ VE O’NUN SÜNNETİ

Sevgi mefhumunun Allah ve Rasûlü adına çok büyük önem arz ettiğini ve asıl sevginin de bu olduğunu görürüz. Onun içindir ki Kur’an’da Allah sevgisinden sık sık bahsedilir. Allah’ı seven insanların, Allah tarafından sevileceği haber verilir. Bu manâda ise kulluğun zirve noktası ortaya çıkar. Pekâlâ, bu mevkie nasıl ulaşılacak? Cenab-ı Hakk bunun için hangi yolu göstermiştir? İşte bunun çok açık cevabı:

“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsan‎ız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlar‎ını‎zı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmran 31)

İşte Allah’ın (c.c.), bizzat Rasûlü tarafından haber vermesini istediği gerçek. O’nun sevgisi de sünnetine ittiba ile ortaya çıkacaktır.

Nesefî bu âyetin tefsîrinde şöyle der:

“Kim Allah’ı sevdiğini iddia eder de Rasûlünün sünnetine muhalefet ederse o kimse, tam bir yalancıdır.” (Nesefî, Medârik, İstanbul 1993, I, s.157)

İbn Kesîr ise şöyle der: “Allah’ı sevdiğini iddia eden kimse, eğer Rasûlullah’ın yolunda değilse, O’na tâbi oluncaya dek gerçekte yalancıdır.” (İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Kahire 1980, I, s. 358.)

Âyet-i Kerîme ne kadar açık değil mi? O’nu sevmek gerekiyor. O’nu sevmek ise, ancak sünnetine tâbi olmakla mümkündür. Bundan sonradır ki Allah sevgisine ulaşmak ve günahlarını bağışlatmak söz konusu olacaktır. Tabii ki kulun Rabbi tarafından sevilmesi, çok daha büyük bir değerdir. Bir başka âyet-i kerîme bu konuyu daha da açar:

 “Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden yasakladıysa ondan geri durun!” (59 Haşr 7)

O’nun emrine muhalefet edenlere gelince;

 “Peygamberin emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (24 Nûr 63)

Evet, Allah’a inanan ve O’na itaat edecek olan mutlaka Efendimiz’e (s.a.v.) uymalıdır. Zira O, yaşayışıyla Kur’an’ın timsâli olmuş, sözleriyle yine Kur’an’ın müfessiri olmuşlardır. Bu konuda Hz. Âişe annemizin; “O’nun ahlâkı (yaşayış şekli) Kur’an’dı,” (Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn 139) sözlerini unutmamalıyız.

RASUL’E İTAAT

Bu manada şu ayet-i kerimeler de dikkat çekicidir:

 “Kim Rasûl’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (4 Nisa 80)

İşte ölçü... Allah’ı sevmek isteyen, Rasûlü’ne tâbi olacak. Yine Rabbine itaat etmek isteyen, O’na itaat edecek. Âyet-i kerîmelerde pek çok kez yüce Allah’ın adıyla Habîb’inin adı bir arada zikrolunur:

“De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin!” (3 Âl-i İmran 32)

 “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ediniz ki, size merhamet edilsin.” (3 Âl-i İmran 132)

“Eğer Allah ve Rasûlü’ne itaat ederseniz Allah, amellerinizden hiçbir şey eksiltmez.” (49 Hucurat 14)

Bütün bu hükümler acaba neyi kastetmektedir? Çok iyi biliyoruz ki, Kâinatın Efendisi’nin getirdiği bütün hüküm ve nehiyleri değil mi? O, ne güzel bir örnektir bizim için:

 “Andolsun ki, Rasûlullah sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'‎ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (33 Ahzab 21)

O’na kitap ve yanında da hikmet yani sünnet verilmiştir:

 “Allah sana Kitab'ı ve hikmeti indirmiş‏ ve sana bilmediğini öğretmiştir.” (Nisa 113)

O, bizleri kötülüklerden arındırandır:

 “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arı‎nd‎ıran, size Kitab'‎ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Rasûl gönderdik.” (2 Bakara 151)

Bütün bunlardan ortak bir nokta çıkıyor; Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hükmü Allah’ın (c.c.) hükmü gibidir. Herhangi bir mü’min hakkında Efendimiz bir karar vermişse ya da bir konuda, O bir hüküm vermişse, mü’min kişi uymak mecburiyetindedir:

“Allah ve Rasûlü bir şeye hükmettikleri zaman mü’min erkek ve mü’min kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçme hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (33 Ahzab 36)

PEYGAMBERİMİZE MUHALEFET EDEN

Buna benzer bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyurulur:

“Her kim kendisi için hak yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan başka bir yola tâbî olursa; onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir.” (4 Nisa 115)

Bir yolculuğa çıkan insanın yanına bir rehber alması, ya da en azından haritayla birlikte gerekli bilgileri edinmesi gerekirken, acaba bir kimsenin ‘sünneti’ rehber edinmeden Kur’an’ı anlaması mümkün olabilir mi? Tabii ki hayır!

İşte o, Allah (c.c.) yolunun rehberidir.

İşte o, Allah’ın en sevgili Rasûlüdür.

Kişi hangi durumlar içerisinde, nasıl olmalıdır? Gerçek bir teslimiyetin karşılığı nedir? Bakınız şu âyet-i kerîmenin ortaya koyduğu müthiş hakîkate:

“Fakat hayır! Rabbine yeminler olsun ki onlar, aralarında çeliştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan, tam bir teslimiyet göstermedikçe îman etmiş olmazlar.” (4 Nisa 65)

EFENDİM!

Gönlümü dolduran senin sevgindir Efendim,

Yaşamamın sevinci Sen oldun güzel Efendim!

Sen olmasaydın ben olur muydum Efendim,

Bir şefaat, bin derman şu günahkâra Efendim!

***

Sen gönlümün ufkunda açan bir gülsün,

Bir kez nazar et de gülmeyen yüzüm gülsün!

Artık sular kan rengi akıyor, güller soluyor,

Ne olur bir kez gül ki, güller açsın Efendim!