Biz, bazı mücahitlerin müteahhit olduğunu biliyorduk, ama bir nifak saikasıyla ‘saadet zinciri’ olabileceğini bu denli bilemiyorduk. Acaba ‘Saadet’li binanın önünde slogan atanlar, bir zamanlar Mücahit Erbakan diyen ya da onlardan gelen nesiller miydi? Ya da karışık mıydı? Ama sonuçta orada atılmıştı. 28 Şubat’ın hemen akabinde bu davanın merkezinde ilan edilen yüzsüzlük, rahmetli Erbakan Hoca’mızdan intikam almak mıydı? Biz 1970’lerden itibaren bu davanın içindeydik, ama ne yazık ki son yıllarda satılmışların merkezi olduğunu söylerken bunun hiç de şüphesi olmadığını çok bariz ve can yakıcı bir şekilde gördük. Bugün yıllar önce yazdığım (1 Şubat 2018) aşağıdaki yazımın, nasıl da gerçek olduğunu görmemiz için yeniden yayımlanmasını arzu ettim.

   Bir inat, bir kin ve haset uğruna insanlarımızın nelere sürüklenebileceğini görmek babından, gerçekten bu hâl çok ibret verici. Felâk suresi sonunun nasıl büyük bir mucizeye işaret ettiğini de imanımızı kuvvetlendirerek görmekteyiz. Şu hadisi şerifin mucizesi de ortaya çıktı sanıyoruz: “Karanlık gecenin karanlıklarına benzeyen fitneler zuhur etmeden amellerde yarışın. (Zira o fitneler ortaya çıktığı vakit) kişi, mümin olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayacak yahut mümin olarak akşamlayacak, kâfir olarak sabahlayacak. Dinini bir dünya menfaati karşılığında satacaktır.” (Müslim, İman, 51) Gelinen bu noktaya rağmen hâlâ onları destekleyenler çıkarsa, ahiret sonlarına da hazırlansınlar. Rabb’imiz hepimizi korusun. Al-i İmran 8. Ayet-i kerimeyi çok okuyalım.

“ALLAH RASÜLÜ’NÜN DAVASI

Bir davamız vardı bizim ey dostlar!

Evet!

Uzak diyarlara gidiyor gözlerimiz;

Allah Resul’ünün asrına…

Kızgın güneşler altına…

O’nun eşsiz ve çileli davetine…

“Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz, ben bu davadan asla vazgeçmem” diye haykırışlarına… (Sîret-u İbn-i Hişam, 1/266)

***

“Günler ne günlerdi…

Aylar ne aylardı!”

Allah Resulü’nün bir davası vardı.

Rabb’ine gönülden yakardı.

İnsanlığa O’nun hakikatlerini haykırdı.

“Durun!” dedi.

Gitmeyin putlara!

Dönün Allah’a!

Sizi yaratana…

Ne olur!

Yapmayın!

Yakmayın kendinizi!

Ve ailenizi!

O’nun çilelerle dolu hayatı,

Mekke’de geçti, tam 13 yıl.

Sonra Medine…

Hep çile, hep mücadele.

Ama başardı.

Bir “dava” bıraktı.

Davaların en seçkini,

Yüce Rabb’in eşsiz davetini.

Sahabe koşturdu civarlara,

Uzak diyarlara,

Hep bu dava uğruna,

Çilelerle yolculuklar…

Cihattan cihada koşuşlar…

Ya deve ile ya yaya…

Açlık ve perişanlıkla nice zamanlar.

 

***

 

 

 

DİYARDAN DİYARA

 

Sonra sancak diğerlerine geçti.

Onlara tâbî olanlara…

Daha sonra bu yolun

Aşk ve lezzetini tadanlara…

Diyarlarda farklı adlarla anıldı.

Kiminde hikmet,

Kiminde ilahi,

Kiminde mesnevî…

Birisi Ahmed-i Yesevî,

Diğeri Yunus Emre.

Bir diğeri ise Mevlevi…

Bir bakarsın ki Selahaddin-i Eyyûbî.

Ya da görürsün surlara sancak diken Fatih’i.

***

Ah ecdat!

Ah bu dava!

Ah benim davam.

Neredesiniz?

Nereye gittiniz?

Neredesin Sütçü İmam?

Tesettürüme uzanıldı diye silah çeken adam!

Ey Nene Hatun!

Ya da Kara Fatma!

Ey çocuğunun üzerinden örtüyü alıp

Merminin üzerine örten analar!

Saçının telini göstermektense

Şehadete koşanlar!

 

***

 

 

 

Büyük Doğu olmuştu bir zamanlar.

Ya da Diriliş’ti davamın adı.

Şimdi kalmadı hiçbir tadı.

Kalmadı ‘Zarif’lerin çileli hayatı.

***

Hüzün var gönlümde.

Hem de pek çok.

Ağlıyorum büyük kaybıma.

Ağlıyorum büyük davama.

“Ayağa kalk Sakarya!”

Diye haykırasım geliyor,

Sağıma ve soluma!

 

***

 

BÜYÜK DAVAMIN BÜYÜK ADAMLARI

 

İnletirdi bir zamanlar salonları.

Büyük davamın büyük adamları.

Heyecan üstüne heyecan binerdi,

Yürekler bu sevda ile inlerdi.

Bir coşku gelirdi âdeta göklerden,

Yanarken özleri,

Yaşlar dökülürdü gözlerden.

“Mücahitler geliyordu” cephelerden.

Acep nereye gitti onlar bugün?

Haykırışlar nereye döndü bugün?

Ey sevdamın insanları!

Ey davamın adamları!

Ne oldu bize?

Düşünüyor muyuz şimdi?

Yavrularımız ne âlemde?

 

***

Örtünün kavgaları bitti,

Ama örtü nereye gitti?

Gören var mı aramızda?

Yoksa kayboldu mu zamanımızda?

Dönüyoruz Saadet asrına,

Allah’ın Resulü’nün zamanına,

Ne bırakmıştı O bizlere?

“İki şey bırakıyorum sizlere” demişti.

“Biri Allah’ın Kitabı Kur’an,

Diğeri benim sünnetim.

Sarıldığınız müddetçe,

Asla sapmayacağınız!”(Tirmizî, Menâkıb 31)

 

***

 

Evet, şimdi yeniden heyecanlanıyorum.

Yeniden diriliyorum âdeta.

Silkeliyorum topraklarımı,

Kalkıyorum ayağa,

Dönüyorum davama,

Ve yapışıyorum ona.

Sonra haykırıyorum civarıma:

‘Haydi! Davranın, tutunun!

Sarılın davamıza!

Ne olur bırakmayın artık!

Yoksa O bizi bırakır!

Varamayız huzuruna.

Hesap veremeyiz O’na…’

 

***

 

MÜSTERİH OL DAVAM!

Üzülme sen ey davam!

Adamların geliyor senin.

Yüce sahibini iyi tanıyan.

Ve O’na kulluk gayretinde olan.

Yapışacak yeniden.

Koşturacak al sancaklarla.

Tepelerden tepelere rüzgârlarla,

Hakk’ın terennümünü ulaştıracak diyarlara.

Nesillerinde bu hakikatin,

Hep incecik çizgileri bulunacak.

Müsterih ol ey davam!

Müsterih ol!

Ne mutlu sana tutunanlara!”