Cemiyet hayatı içerisinde yaşamak mecburiyetinde olan insan, tabiidir ki, daima birbirine muhtaç durumdadır. Alışverişleri, oturup kalkmaları, dostlukları, yardımlaşmaları, acıları ve sevinçleri, hâsılı bütün münasebetleri birbirleriyledir. Hâl böyle olunca insanlar arasındaki dostluk ya da bunun zıddı olan düşmanlık mefhumları büyük rol oynar. Şayet aralarında sevgiden dolayı hâsıl olan bir dostluk varsa o toplum huzur içindedir. Ama haset ve buğz varsa orada bunalım ve sıkıntılar mevcut olup anarşi baş gösterir. Bu iki durum arasında ise dağlar kadar fark vardır kardeşlerim.

Şimdi bizler yaşamak için muhayyer bırakılsak acaba hangisini seçeriz? Tabii ki huzur ve saadet olan topluluğu değil mi? Böyle bir cemiyet veya milletin yükselmesi ise, gayet normaldir. O hâlde bu manayı kavrayan insan, aynı zamanda İslâm'ın da önemini kavramış olacaktır. Zira İslâm, müminlerin birbirini Allah için sevmeleri gerektiğini emrederek onlar arasındaki kardeşliğin ve dostluğun pekiştirilmesini sağlamak ister. Böylece her biri arasında meydana gelen dostluklar, o toplumun huzurunu ve yükselmesini de tesis etmiş olur. Demek ki buradaki sır, Allah için birbirimizi sevmek, birbirimizi arayıp sormak, dertlerimizle dertlenmektir. Bu konu gerçekten ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde çokça zikredilmiş, önemi ve mükâfatı belirtilmiştir.

En bariz misal olarak karşımıza çıkan cahiliye dönemindeki düşmanlıklar, o kabile kavgaları ve kan davaları, eşsiz dinimiz İslâm'la son bulmuş ve aynı insanlar birbirlerine can verecek kadar samimi dost olmuşlardır.

Kavgaları birbirini yiyecek derecede dehşetli olan o insanlardan ölürken bile artık "kardeşim" dediği insanı düşünebilecek bir cemiyet tesis olunmuştu.

Böyle bir toplumdan muazzam bir devlet teşekkül ederek kısa zamanda davasını pek çok millete kabul ettirmiştir.

ÖYLE KARDEŞLİK Kİ…

Öyle kardeşlik örnekleri ki; hakikaten akıllara durgunluk verecek şekilde... Neydi onlardaki bu bağın özü? Neydi onları canlarını bile kardeşi için verecek kadar birbirine bağlayan inanç, dava? İsterseniz bu akıl almaz fedakârlıklardan bazılarını dile getirelim. Sonra görelim; onları böyle kardeş yapan yegâne bağın Allah sevgisi ve O'nun için sevmek olduğunu. Ve bu mananın da kâinatta tek ve eşsiz bir hakikat olduğunu...

Hubeyb İbnu Adiy’i (radıyallahu anh) Tenim Vadisi’ne getirmişlerdi. Onu son derece korkunç ve dehşetli bir işkenceyle öldüreceklerdi. İnsanlar başına toplanmış ve ondan, Bedir'in intikamını almak için sabırsızlanıyorlardı.

Evet, ona korkunç işkencelere başladıkları anda şöyle bir soru sordular:

- Kendinin kurtulup Muhammed’in (sallallahu aleyhi vesellem) senin yerinde olmasını ister misin? O, kanlar içinde şöyle cevap veriyordu:

- Bırakın O'nun benim yerimde olmasını, vallahi ayağına bir diken bile batmasını istemem!

O böyle cevap verince müşrikler âdeta kudurmuşlar ve Hubeyb’i (radıyallahu anh) korkunç bir şekilde şehit etmişlerdi. (K. S. Muht. 12 Sh:138-139)

Evet, neydi acaba Hubeyb ve arkadaşlarının, Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi vesellem) bu derece bağlılıklarının sebebi? Tabiidir ki o, Allahutaala’nın en sevgili kulu ve Peygamberiydi. O'nu seven Allah'ı seviyordu. O sevgiye ulaşmak için de eşsiz Peygamberini, Rabb’i için seviyordu. İşte Allah için sevmek...

ENSAR’IN FEDÂKÂRLIKLARI

Bildiğiniz gibi, Mekke'den Medine'ye hicret eden müminlere hicret eden manasına “Muhacir” onlara her şeyiyle yardımcı ve dost olan Medineli müminlere ise yardım eden anlamında “Ensar” denir. Hakikaten Allah ve Rasûlü uğruna bütün maddi servet ve inanmayan yakınlarını Mekke'de bırakarak göç eden muhacirlere, ensar da bütün güçleriyle destek olmuştu. Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) bir muhacirle bir ensarı kardeş yapmışlardı. Ensar ise bu kardeşlerine akıl almaz şekilde fedakârlıklar yapmıştı. Onların bu hali o kadar ileriydi ki hakikaten insanı hayretler içerisinde bırakır.

Ensar fedakârlıklardan kaçınmamıştı. Kimisi evinin yarısını vermiş, kimileri de mallarından vererek onları mahzun ve perişan bırakmamışlardı. Hatta bu fedakârlıklar karşısında çaresiz ve mahcup kalan muhacirler, Peygamberimize Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) şöyle demişti:

 “Muhacirlerin fakirleri bir gün Rasûlullah'a (aleyhissalatu vesselam) geldiler ve:

“Zenginler yüce dereceleri, sonsuz nimetleri kazandılar.” diye konuştular. Peygamberimiz "Nasıl olur bu?" deyince şöyle söylediler:

"Bizim gibi namaz kılıyorlar, tuttuğumuz orucu tutuyorlar, sadaka veriyorlar, biz sadaka veremiyoruz. Köle azad ediyorlar, biz onu yapamıyoruz.” Rasûlullah da (sallallahu aleyhi vesellem) onlara şöyle sordu:

"Size bir şey öğreteyim mi, bu sayede sizden önde gidenlere yetişirsiniz, hatta ileri de geçersiniz. Sizden sonra sizin yaptıklarınız gibi yapmadıkça, kimse sizden efdal olamaz." Onlar da "Evet, öğretiniz ya Rasûlallah!" dediler. Peygamberimiz de şöyle buyurdu:

"Her namaz sonunda otuz üçer defa Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahüekber dersiniz."

Bir müddet sonra muhacirlerin fakirleri yine gelerek: "Ya Rasûlallah! Zengin kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı işitmişler, bizim gibi yapmaya başladılar," dediler. Rasûlullah da:

"Artık bu Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir," buyurdu.  (Müslim; Kitabu’l-Mesacid, 142)

SEVGİLERİNİN DERECESİ

Onların Allahutaala için sevgilerinin derecesi o kadar yüksekti ki son nefeslerinde bile birisi diğerini kendisine tercih ederek nefsini feda edebiliyordu.

Bakınız o dehşetli Yermuk Harbi'ndeki vaka bunu nasıl açıkça ortaya koyuyor. Huzeyfe (radıyallahu anh) şöyle anlatır:

"Yermuk Cengi’nde yaralılar arasında kalan amcazademi aramak üzere çıktım. Yanımda bir miktar suyum vardı, onu buldum. Su isteyip istemedeğini sordum. İsterim, dedi. Tam suyu vereceğim sırada öteden biri:

"Ahh, su" diye inledi. Amcazadem ona gitmemi işaret etti. Gittim baktım ki, As'ın oğlu Hişam. Tam ona su vereceğim sırada öteden biri:

"Ahh, su" diye inledi. Hişam da beni ona gönderdi. Ona gidinceye kadar vefat etmişti. Hişam'a döndüm, o da ölmüştü. Amcazademe geldiğimde o da şehit olmuştu. Velhasıl su elimde kalmış idi. Allah hepsine rahmet etsin."

Onların bu eşsiz halleri ayet-i kerimede şöyle delillendirilir:

"Muhacirler gelmezden önce Medine'yi yurt edinenler ve imanı kalplerine sindirmiş olanlar, kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı, içlerinde bir hasetlik hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerinden önce tutarlar. Kim nefsinin mal hırsından korunursa işte asıl kurtuluşa erenler bunlardır." (59 Haşr 9.)

Şu muhabbete ve şu kardeşliğe bakın! Bu, cömertlikten öte olan ve adına İsar denilen manadır. Malı olan insan ondan dağıtabilir, yedirip içirebilir. O kişiye cömert denir. Ama zaten kendine yetecek bir yiyeceği ve içeceği olan kimsenin, nefsini bırakıp onu kardeşine ikramına ise gerçekten çok hayret edilerek hayran kalınır. Bu İslâm'dan başka hangi inançta olabilir ki! Zira Allah ve Rasûlü insanları buna teşvik buyurmuşlardı. İşte Rabb’imiz bu güzel dereceyi ve yüksek mevkiyi elde eden ensarı, ayet-i kerimelerinde böyle övmüşlerdir.

“NEREDE ALLAH İÇİN SEVENLER?”

Ah kardeşlerim, bu manayı bir kavrayabilsek.

Yaşayış ölçümüzü buna göre tertip edebilsek...

İşte insanoğlunun muhtaç olduğu mana...

İşte insanoğlunun yaratılış sırrını ortaya koyan hakikat...

İşte kul olmanın insana bahşedeceği huzur, saadet...

Ve işte gönül âlemlerinde, iyilik etmenin hazzı, lezzeti...

Bütün bu fedakârlıkların ana kaynağı ve özü, Allah sevgisi ve O'nun için mümin kardeşlerini sevmekti. Şüphesiz bu, kişinin olgun bir imana ve samimi bir mümin oluşuna işaret eder. Bunun içindir ki Allah için sevmek ve O'nun için buğzetmek ibadetlerin en büyüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. Cenab-ı Hak onları sevmiş ve yine onları tebşir etmiştir. Bunu Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) lisanıyla Ebu Hureyre’den (radıyallahu anh) öğrenmekteyiz:

"Allahutaala kıyamet gününde şöyle buyuracak:

Benim için birbirini sevenler neredeler? Himayemden başka bir gölge olmayan bu günde, ben onları arşımın gölgesinde himaye edeceğim." (Müslim, Birr 37.)

Buhari ve Müslim'in rivayetlerinde ise yukarıda anlatılan fedakârlıkların sahibi ve ayet-i kerimeyle övülen ensar hakkında Efendimiz şöyle buyururlar:

"Onları ancak mümin sever, onlara münafıktan başkası buğzetmez. Kim onları severse Allah da onu sever. Kim onlara buğzederse Allah da ona buğzeder."  (Müslim, İman 129.)

İşte Allah'ı sevenleri sevmenin kıymeti ve mükâfatı.

Bu durum Allah katında ne kadar önemliyse Rabb’imizin sevdiklerine buğzetmenin cezası da o kadar büyüktür. Allah için sevgiye ve O'nun için buğza ulaşabilen insanın, amellerin en faziletlisine ulaştığını belirtmiştik. Bu konuda Ebû Davud'da şöyle bir hadis-i şerif zikrolunur:

"Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir."  (Ebû Davûd, Sünnet 2)

Şimdilerde bu sevgiye ne kadar da muhtacız!