“Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan iki yol arkadaşı. Hedefi, tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış.

Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethi ile zenginleşmektir: parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş.” (Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yay.)

Her seferinde toplumsal gerginlikten medet umanlar, gerginlikten beslenenler, yapıcı ve öğretici tartışmaya cesareti olmayanlardır.

Zannederler ki bu türden insanlar, konuşmaktan daha çok bağırmak işe yarar. Konuştukça karşısındakinin bilgisi altında ezileceklerdir, yenilgi duygusu ile kendilerini ve çevresindeki “söz” bilmez kalabalığı üzeceklerdir.

Onların belirli bir hedefleri yoktur, toplum gelişmiş, toplumun refah düzeyi yükselmiş, umurlarında olmaz.

Tek bildikleri ve için için kendilerini haklı gördükleri konularda neden hiç taraf-etraf bulamadıklarına hayıflanmaktır.

Oysa çok kolaydır onlar için topluma yön vermek, toplumu şekillendirmek. Kargaşadır sığındıkları liman. Huzursuz ve ne istediğini bilmeyen bir toplumdur beklentileri.

Sürekli krizlerden bahsederler, sürekli çöküntüden… İnsanları ye’se, karamsarlığa itip taraftar toplamaktır amaçları.

Huzurlu ortamlardan kaçarlar hep, huzur onlar için kötü bir kaderdir. Hep bir şeylerden şikâyet ederler, çevresinde mutlu insan görmeye tahammülleri yoktur. Mutluyum diyeni sorguya çekerler.

İyi niyetli insanlara da bu devirde iyi niyet ne işe yarar, baksana kimin eli kimin cebinde belli değil diyerek karşısındakine akıl verirler.

Okumayı sevmezler, okuyana da küçük düşürücü imalarda bulunurlar. Okumayı seven de okuduğundan bîhaberdir. Seyahati bilgilenme amaçlı değil, gezip tozdu desinler diye yaparlar ve gittikleri her yere içlerindeki karanlığı götürürler.

Sesleri gür çıkar bu tür insanların; sözleri ya hiç çıkmaz ya da çok cılızdır, kulaktan dolma birkaç kelâm dışında söz ile konuşmayı sevmezler, beceremezler.

Aynı şeyleri tekrar edip durur, aynı yoldan giderler hiçbir zaman ulaşamayacaklarını bildikleri halde hedefe.

Güçlü olunca haklı olduklarını zannederler. Emri altındakileri şefkatle değil, yasalarla veya bilek gücü ile dize getirmektir gayretleri.

Tartıştıkça kaybederler, kaybettikçe dibe vururlar, karanlıkta biriktirdikleri devasa yalanlar gün ağarınca çıkar ortaya.

Tahrip ederler çoğu zaman, birleşme, birleştirme değildir amaçları, hiziplere ayırmak, küçültmektir. Senin bana verdiklerinle ben, benim sana verdiklerimle sen aydınlan, demezler.

Ya da aydınlatmanın öncesinde, bilmiyorsam okuyarak, gezerek, görerek ben aydınlanayım diye bir yol izlemezler.

Aydınlananlardan daha efemine tavırları vardır, bilenlerden daha çok güçleri... Herkesin kendilerine güvenmesini isterler, lâkin kendilerinin güveneceği kadar iyi bir insan gelmemiştir dünyaya, kendi gibiler haricinde.

Bilinmesini istemedikleri o kadar çok gerçek vardır ki, bunların herkes tarafından bilindiğini öğrenince onlardan daha pişkin kimseyi bulamazsınız.

Kimlerden mi bahsediyorum? Çevrenize bakın, aynaya bakın, gazetelere, televizyonlara bakın, bakın ama görmesini biliyorsanız!