Ne güzel neşeleriniz var sizin, güm güm topuklarınızı yere vura vura belli ettiğiniz; başkalarının mutsuzlukları üzerine kurulmuş.

Ne ferah selamlarınız var sizin, bir an gülümseyip sonra birden iğrenen bir gidişle, iğreti bir sadaka gibi, lütuf verir gibi.

Ne dokunaklı acılarınız var sizin, herkesten daha büyüktür sizin acılarınız, anlata anlata bitiremezsiniz; maaşınız acı, yaşadığınız ülke acı, pahalı araçlarınız acı, internet üyelikleriniz acı, geciken otobüsler, sizi kahraman eden mağduriyetleriniz acı; bir göçmen ya da berdel yaşamış çocuğun acısı ne ki sizin masajlı acılarınız yanında?

Ne mahmur yorgunluklarınız var sizin, en iyi siz yorulursunuz, en çok siz çalıştınız, en çok siz hak ettiniz, en az siz kazandınız, hatta siz istemediniz bu çok sevdiğiniz hayata gelmeyi ama en afilli yorgunluklar sizin; bir mevsimlik işçi ya da yevmiyeyi çıkarmamış bir amelenin yorgunluğu ne ki sizin tükenmişlik sendromunuzun yanında?

Ne coşkulu toplaşmalarınız var sizin, bir yalanın etrafında tıpkı at sinekleri gibi gürültüyle toplaşırsınız. Ki coşkunuz, o bomboş içinizi görmemek için, yalnızlığınızı boğmak içindir. Nasıl olsa kalabalığın ve kanalının günahı yoktur. Kaba kalabalıkları seven sefil ruhların yalanlarla beslendiği bir dünya.

Ne büyük yalanlarınız var sizin, tüm gerçekleri gölgede bırakacak kadar inandırıcı. Ve zaten yalana inanmaya meyilli, gerçeği öldürmeye yeminli bakışlarınız izin vermez hakiki bir cümlenin kulağınızdan sızmasına. Zira sizin yüreğiniz gerçeği kaldırmadığı için yalanın yurdu olmuştur.

Ne küçük günahlarınız var sizin, çıtır günah, altın günah, İslam’ın uzağında sevaplarınız varsa tüm günahlar sevimlidir. İnsanın uzağında bir vicdaniniz varsa tüm günahlar çıtırdır. Belki de Allahsız bir dine, insansız bir dünyaya, vicdansız bir yüreğe inanıyorsunuz. Ya da inanmadığınızı itiraf edecek bir yürek yok sizde!  

Ne içten dürüstlük hikayeleriniz var sizin, göstere göstere yapılan iyilik kadar bayağı, tüm güzellikleri katlettikten sonra, itirafınızı duyacak kulakları katlettikten sonra itiraf eden bir dil kadar dürüst!

Ne yorucu suçlamalarınız var sizin. Çünkü siz hep suçlayarak yaşarsınız. Bir suç işlemekten korktuğumuz için değil; siz suçun ta kendisi olduğunuz için! Hatta suçu, sevdiğinin üzerine battaniye örter gibi atarsınız şefkatle. Ve bir ömür elbet suçlayarak da bitirilebilir.

Ne kadar kolay kaçmalarınız var sizin. Yılan gibi, kaypak olan her şey gibi. Sahiplenmeyen, ben o değilim, ben bu değilim, beni eleştiremezsin çünkü ben renksiz ve cıva gibiyim, diye bir itiraf etseniz kaçacak yeriniz kalmayacak!

...

Bir merhaba ile koskoca günü geçiren insanların dünyasında, yorgun şoförlerin ağız dolusu küfürleri gibi birdenbire gitmeleriniz, bir laneti savurur gibi kolayca yıkmalarınız yok mu sizin... Siz, adalet, aşk, dost, politika, kadın satıcıları! Siz, tüccarların en namussuzu, keyifleri uğruna dünyanın en mantıklı yalanlarıyla ömrümüzü tüketenler... Tamam, sustum!

Zira kahır damının bacası; kaypak olan ve özüne tapanların izanı yoktur.

...

Hani bir çeşme başı geldi aklıma. Onca insan tek oluktan akan suyun sırasının gelmesini beklerken, arkalardan biri sağa sola insanları ittire ittire gelip en öne geçer ya, sonra da aferin ona, hak etti demeleriniz var ya, sükût edeni, sessizce bekleyeni, başkasının hakkına gireceğime hakkım yansın diyenin pısırık olduğunu söylemeleriniz ve en zalimin en haklı, en iyi, en hak etmiş olduğunu şehvetler söylemeleriniz var ya...

Bir çeşme başında durup suyun akışını, gelinlerin suya gelişini, koyunları su havuzuna doğru koşmalarını izleyenlerin de koyun olduğunu, ama suyun başını, sözün başını tutanların, susmayıp almak, sahip olmak için en kaygan kelimelerini ve omuzlarını kullananların sizde peydah ettiği hayranlık duygusu yok mu…

Katiline âşık niceleri var bu muhteşem âlemde; sus, deli gönül!