Ne yazık ki gafil ve nankör insanoğlu, kendisini yoktan var eden Allah’ın kitabını yakabiliyor. Hâlbuki Allahutaala ona akıl gibi eşsiz bir nimet vermiş; ama o, bunu kullanamayıp küfründe inat ediyor. Şüphesiz ki bunun acısını hem dünyada hem de ahirette çok feci bir şekilde çekecektir. Son olarak yine İsveç’te yapılan bu alçakça saldırıyı nefretle kınıyor ve bunun onların helakine sebep olmasını Rabb’imizden niyaz ediyoruz. Hâlbuki onun ayetleri insanı düşünüp idrak etmeye davet ediyor:

“Ant olsun ki biz, bu Kur'an’da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir mucize getirsen inkârcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.” (Rûm 58.)

"Hâlâ Kur'an’ı üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (Nisa 82.)  

İnsanların sapıtmamaları ve doğru yola ulaşabilmeleri için Allahu Zü’l Celâl ve Tekaddes Hazretleri, kullarına daima mübarek kelamlarını peygamberleri vasıtasıyla bildirmiştir. İşte yüce Kelam-ı İlahî Kur'an-ı Kerim, onların en mütekâmil ve mümtazıdır. O eşsizdir ve kıyamete kadar taptaze bir şekilde her çağa seslenecek ve her derde deva olacak hâldedir. Kendisine müracaat edecek her insan ve toplumu daima karanlıklardan nura ve aydınlığa çıkaracaktır. Çünkü onun ilk emri ilim olmuştur, Allahutaala’ya davet olmuştur ve hidayet olmuştur. Bütün çağlara hitap eder. Âkif’in dediği gibi:

"Doğrudan doğruya Kur'an’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İSLAM'ı"

O, NE BİR İNSAN VE NE DE BİR MELEK SÖZÜDÜR

O; âlemlerin Rabb’i, Allah katındandır.

Bir bilim adamı yaşadığı bir olayı şöyle anlatır:

“Dünyaca meşhur jeoloji ilmi üstatlarından Prof. Dr. Alfred Croner’la kendi alanıyla ilgili konuları konuşmak için bir araya geldik. Kendisi meşhur jeoloji ilim adamlarını tenkit etmekle ün salmıştır.

Kendisiyle buluştuk ve birkaç ayet ve hadis zikrederek meseleye girdik. Görüşmemizden sonra gerçeği itiraf etti ve:

“Bu Kur’an-ı Kerim’in, okuma ve yazması olmayan Muhammed tarafından yazılması mümkün değildir. Bu bilgileri o çağlarda insanların bilmesine imkân yoktur.” dedi.

Sonra bu işe o kadar sarıldı ki Kur’an-ı Kerim’in ilahî bir kitap olduğunu ispatlamak için misaller vermeye başladı. Prof. Croner, yaptığı incelemelerden, ayet ve hadisleri mütalaa ettikten sonra bize fırsat vermeden anlatıyordu. Verdiği misallerden birisi:

“Kâfirler, gökler ve yer birbirine bitişikken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı bilmezler mi? Hâlâ iman etmiyorlar mı?” (Enbiyâ 30.) ayetinin işaret ettiği gerçekti. Yer ve göklerin başlangıçta bitişik olduğu ilmî gerçeğinin on dört asır önceden insanlar tarafından keşfedilmesinin mümkün olmadığını; sadece bu ayetin dahi Kur’an-ı Kerim’in Hazreti Muhammed tarafından değil insanüstü bir kaynaktan, yani ilâhî kaynaktan, olduğuna kâfi geldiğini anlattı.   

 İşte buna dair Yüce Yaratıcımızın Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetleri. Yani insanüstü bir kaynaktan geldiğine dair işaretler:

 “Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O; hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.” (Fussilet 42.)

 “(Resulüm!) De ki: Onu göklerde ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirdi. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Furkan 6.)

O Peygamber ki ümmî idi. Yazıdır, kitaptır bilmezdi:

“İşte böylece sana da emrimizle Kur'an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.” (Şûra 52.)

Evet O, Allah’ın kelamıdır. O’na uyan Rabb’inin emrine uymuştur, O’nu terk eden Rabb’ini terk etmiştir ki o insan da sonsuz âlemde terk edilecektir. Kör olarak huzura getirilecek ve yüzüne bakılmayacaktır:

“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim, der. (Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!” (Tâhâ 124-126.)

O, MEYDAN OKUR

Kur'an-ı Kerim bambaşka bir icaza sahiptir. Gerek bu yönden ve gerekse mana yönünden daima eşsizdir. Arapçayı iyi bilen bir insan, bu hakikati daha iyi anlayacaktır.

Dil ve üslubu bambaşka olduğu gibi ihtiva ettiği ilimler, gizlediği icatlar, hakikat ve sırlarla insanoğlunun yaradılışını, beden ve ruh yönünü anlama ve anlatma cihetinden yine tektir. Bizim koskoca gördüğümüz kâinat ve idrak edemediğimiz binlerce âlemin, O'nun nazarında bir sinek kadar hükmü yoktur. Çünkü O; âlemlerin yoktan var edicisinin sözleridir. Allahutaala’dan daha iyi bilecek mi var?

İşte bunun içindir ki inkâr edenlere apaçık meydan okur:

“De ki: Ant olsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere ins ü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar onun benzerini ortaya getiremezler.” (İsra 88.)

“Yoksa "Onu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin!” (Hud 13.)

Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi de (yardımcılarınızı)  çağırın.” (Bakara 23.)

Pek tabiidir ki buna hiç kimse ya da kimseler ne güç yetirebilmiş ve ne de yetirebileceklerdir! Buna yeltenenler ne kadar güçlü şair, hatip ve edebiyatçı olsalar da sonuçta ya teslim olmuşlar ya da helâk olup gitmişlerdir.

Allahutaala’nın yüce kitabını tarafsız bir şekilde inceleyen Fransız Prof. Dr. Maurice Bucaille şöyle demişti:

"Çalışmalarım neticesinde Kur'an-ı Kerim’in Allah kelamı olduğunu kabul ettim ve 1976 yılında yayımladığım Kur'an ve Bilim adlı eserimle birlikte Müslüman olduğumu açıkladım."

Gibbon da O'nun hakkında şöyle demişti:

"Kur'an-ı Kerîm, Allahutaala’nın birliğini ispat eden en büyük eserdir."

Ve büyük âlimimiz İmam Gazali Hazretlerinin bir tespiti:

"Allahutaala'nın büyüklüğünü bilmeyen, Kur'an-ı Kerim'in büyüklüğünü anlayamaz. Allahü Zü’l-Celâl'in yüceliğini anlamak için de O'nun sıfatlarını ve yarattıklarını düşünmek lazımdır. Bütün mahlukatın sahibi, hâkimi olan Allahu Azimü'ş-Şân’ın kelamı olduğunu bilerek Kur'an-ı Kerim’i okumalıdır."

“KUR’AN’I BİZ İNDİRDİK VE O’NU BİZ KORUYACAĞIZ”

Benzerini getirmek şöyle dursun, hiç kimse O’nun bir harfini bile değiştirememiş ve değiştiremeyecektir. O, bu konuda da şöyle meydan okur:

“Muhakkak Kur’an’ı biz indirdik ve O’nu biz koruyacağız.” (Hicr 9.)

O halde O’nu okumalı ve hayata geçirmeliyiz. İşte bu konuda Efendimiz şahsında bizlere şöyle buyrulur:

“Rabb’inin kitabından sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” (Kehf 27.)

İnsanoğlu, Kur'an-ı Kerîm’e yaklaştıkça idrak eder ve idrake ulaştıkça da kıymetini anlar. Daha O'nun keşfedilmemiş binlerce mucizesi vardır. Keşfedilenlerin kaynağı ise O'dur. İşte Batı, bunu yine kendi ilim adamının ifadesiyle şöyle itiraf ediyor:

"İslam’ın kaynağı olan Kur'an-ı Kerim’de cihan medeniyetinin dayandığı bütün temeller bulunmaktadır. O kadar ki bugün bizim uygarlığımızın, Kur'an-ı Kerim’in bildirdiği temel kaideler üzerine kurulduğunu kabul etmemiz gerekir."

Kur'an-ı Kerim’in maddi medeniyetinden faydalanan Batılılar, keşke manevi cephesi olan iman ve ahlak medeniyetini de alabilselerdi ne iyi olurdu!

Fransız ilim adamı Kaptan Custo, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in, binlerce seneden beri Cebelitarık Boğazı’nda birleştikleri halde, sularının karışmadıklarını görünce çok şaşırmıştı. Sonra bu hakikatin 1400 küsur sene önceden Kur'an-ı Kerim’de bildirildiğini işitince şöyle demişti:

"Modern ilmin on dört asır geriden takip ettiği Kur'an-ı Kerim, ben şehadet ederim ki Allah kelamıdır."

Evet, bu hakikat Kur'an-ı Kerîm’de şöyle haber verilmişti:

"İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar." (Rahmân 19-20.)

“Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı, iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur.” (Furkan 53.)

Şüphesiz böylesi nice örnekler mevcuttur.

O, ÖĞÜT ALINMASI İÇİNDİR

Geçen ayetlerin bir kısmında da görüldüğü üzere Kur’an-ı Kerim, insanlara nasihat eder, öğüt verir. İyilik ve kötülük yollarıyla onların sonuçlarını ortaya koyar. Birisinin sonunda saadetin, diğerinin sonunda ise felâketin olduğunu belirtir.

Bilindiği gibi yüce Rabb’imiz yarattığı kullarına irade-i cüz’iyye dediğimiz bir serbestlik vermiştir. İnsan bununla imanı ya da küfrü, günahı ya da sevabı, iyilik yahut da kötülüğü seçebilir. Tabii ki bunların kötü olan sonuçlarına da katlanacaktır.

Ama Allahutaala bunları belirtmekle kalmıyor, iyi bir kulluk içerisinde bulunanlara bitip tükenmeyen bir mükâfatın, aksi bir hayatı tercih edenlere de yine dayanılmaz bir azabın verileceğini haber veriyor. Bunlar da iyiliğin ya da kötülüğün derecelerine göre olacaktır.

Yüce yaratıcımız hiçbir kulunun asla azaba uğramasına razı olmaz. O çok merhametli ve pek şefkatlidir. Bu gerçeği ayet ve hadislerde çokça görürüz. Bundan dolayıdır ki Kur’an-ı Kerim’inde insanlara nasihat eder, öğüt almaları için pek çok mis­aller verir. İyi düşünen ve aklını kullananların bu gerçeği kavrayacağını da haber verir:

 “(Resulüm!) Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sâd 29.)

 “Ant olsun ki biz, öğüt alsınlar diye bu Kur'an'da insanlara, her türlü misali verdik.” (Zümer 27.)

“İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.” (İbrahim 52.)

"Bu Kur'an, ancak dünyalar için bir öğüttür." (Sâd 87.)