Kabul olmuş bir dua gibi yaşayan insanlar tanıdım bir zamanlar.

Oysa kabul olmuş bir bedduanın mahpusu gibi yaşayan insanlar görüyorum dört bir yanda. Üzerlerine kara bir post gibi, hatta bir deri gibi bedduayı almış yürümüşler sanki.

Bu kadar da çabuk yazmamalıydım, haklısın. Hem söz vermiştim, ferah yazılar yazacağıma. Ona da sıra gelir elbet. Ama önce bir özür beyanında bulunmalıyım: Yazdıklarımdan zaman zaman utandığım oluyor. Bunca hüzün, bunca keder, bunca açık yazmak zorunda değildim gördüklerimi, görmediklerimi, diye. Evet, utanç duyduğum oluyor. Bir tarlada, bir bahçede ya da ne bileyim bir inşaatta çalışan insanın alın teriyle kazandığı o paranın para olduğunu biliyorum. Ama insanların kanayan yerlerinden bahsederek kazanılanın kanlı para olduğunu da düşünmeden edemiyorum.

Bir zamanlar Nietzche kulağıma fısıldamıştı; en kaypak ve aldatıcı duygudur umut, diye. Bu sebeple umutlu cümleler kurmanın okuyucuyu kandırmaya yönelik olduğunu düşündüm. Sonra fark ettim ki kendi adıma da umut kapısını kapatmışım.

Yeni bir çağın, yeni bir insan modelinin, dijital tanrıların tüm geleneklere ve birikimlere savaş açtığı bir zamana erdik. Tanık olmanın yorgunluğunu yaşıyoruz, anarşi ötesiyle karşı karşıya kaldık. Anarşinin bile elle tutulur bir yanı vardı. Maskeli insanların bile eninde sonunda bir gerçek yüzü olduğunu biliyorduk. Artık, tam tanımladık, tuttuk, anladık diyeceğimiz bir anda balık gibi kayıp gidiyor yeni insan, yeni dünya, yeni düzen. Tanımlanamaz ama tahrip edici. Hatta kendini bile tahrip edecek bir güce, akılsızlığa sahip. Matrix, Cesur Yeni Dünya, Dune, TeneT… Biraz bilim kurgu okuyan ya da izleyen, akıl oyunlarıyla insanın biricikliğinin katledildiğini görecektir. Zira sosyolojiyle bir gurup içine hapsedilen insan, psikolojiyle birazcık birey olmuştu. İman ile mükellef bir varlık olduğunu bilen insan ise bu kural tanımaz yeni dünya karşısında rüzgâr önündeki yaprak kadar değersiz.

Şimdi varıp tasavvufun, Hind’in, Eşref-i mahlukatın, Adam Goldman’ın tanımındaki, âlemin yaratılmasına sebep olan insanın sadece tüketici olduğu bir zamanda… Evet, kabul olmuş bir beddua gibi yürüyor kimi insanlar. Her şey onların mutluluğu için olsun. Kar onlar için yağsın, insanlar onlara hizmet etsin, sınırsız internet ulaşımları olsun, cüzdanlarında sürekli para olsun, marka giyinsinler, denizlere onlar girsinler, tatillere onlar çıksınlar, dost değiştirebilsin, aşkı oyuncak gibi kullansınlar… Daha düne kadar çikolata yemenin lüks olduğu bir dünyadan gelmemişler gibi! Alım gücü artan insan, seçim gücü artan insan, zannediyor ki sadece kendi seçecek! Hayat da ölüm de bizden daha seçici!

Kitabın, düşüncenin, dinlemenin, görmenin, sormanın katledildiği yüzler. Ne diyordu şair: Çağır bütün günahkârları cehenneme! Sanki gönül çukurlarında birer cehennem taşır gibiler. Kendini teslim etmeyen, onların mutluluğuna iman etmeyen, her sözlerini tasdik etmeyenleri o çukurda boğup öldürüyorlar. Hatta insanlardan vazgeçmelerini güçlendirecek yığınla materyalleri var. Diğer insanlar onlar için materyal; kullanılır, atılır, yenisi bulunur. Zira pazarın büyük olduğunun farkındalar. Ama yine de hatırlatmakta yarar var: Bu pazarda her şey bulunur; derde devadan başka!

Belki de hiç derdi olmayan insanlar epey çoğaldı. Bir derdi olmak… Attila İlhan şiirinde vardı hani: Belki bu dert beni adam eder! Dert beşeri insan eder. Bu dijital dünyanın, maskeli balonun, kullanıp atanların, ömrünü katledenlerin, bir beddua gibi yaşayanların, şükretmekten utananların pek anlayacağı bir şey değil sanırım. Oyunu kaosa veren insanların âlemin en doğrusu olduğunu zannettiği ve dertlilerden kaçtıkları; summun, bukmun, umyun fehum la yerciun!

Yeni hayat bizlere hayatımızın biricik olduğunu değil, çoğul ve bitimsiz olduğunu söylüyor. Bu bir lanettir aslında. Zira ölüm düşüncesi bile bir şükrü getirir içinde. Şükür göklerin bağrında kar, şükür hayatın bağrında ölüm, şükür kaderin üzerinde kader var.

Şükür, camilerin kubbeleri gibi sadrı geniş, kabul olmuş bir dua gibi yaşayan mütevekkil insanlar da var.