Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının organizasyonu ile 12. Kalkınma Planı’nın hazırlık çalışmasının ikinci toplantılarını Rami Kışlası Kütüphanesi’nde yaptık. Bu tarihi binanın açılış programında da bulunmuş, kışlaya atfen “Süngünün Ucunda Açan Kitap” diye bir yazı da yazmıştım. Rami Kışlası kışla olmaktan çıktıktan sonra ilgisizlik, bilgisizlik ve kötü kullanım gibi sıkıntılı dönemler yaşadı. Kütüphane olmadan önce gıda hali olarak kullanılması acı ve hüzün verici idi.  Şimdi artık Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğünün himayelerinde kütüphane görevinin yanı sıra büyük toplantı etkinliklerine de ev sahipliği yapıyor. Kalkınma planı toplantılarında tarihî dokusu, pırıl pırıl mimarisi, kaliteli hizmet sunumuyla daha nice başarılı organizasyonlara ev sahipliği yapacağını gösterdi.

Rami Kütüphanesi’ne yoğun bir ilgi var. Kütüphanenin bahçesinde öğrenci gruplarının yanı sıra her yaştan insanın dolaştığını görmek beni sevindirdi. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcıları Ahmet Aldemir ve Taner Beyoğlu ilginin yüksek olmasından çok mutlu olduklarını ifade ettiler. Hafta sonları ziyaretçi sayısının 50 bini bulduğunu belirttiler. Rami Kışlası Kütüphanesi, etrafındaki çarpık kentleşmenin ortasında adeta bir vaha görünümünde.

Depremin ve siyasetin gölgesinde kültür-sanat politikalarını konuşmanın kolay olmayacağını tahmin ediyordum. Toplantıda oturum yöneticisi olmak işi daha da zorlaştırabilirdi. Kamudan, üniversitelerden, sivil toplum kuruluşlarından, özel sektörden farklı düşüncelere sahip çok sayıda kültür insanının uyum içinde kültür konusunda ortak kanaate varmalarını beklemek fazla iyimserlik olacaktı. Fakat korktuğum gibi olmadı.

Birinci toplantıdan kalma bazı simalarla bir aşinalık oluşmuştu. Toplantıya yeni ve farklı simalar katılmıştı. Açılış konuşmasında deprem gerçeğinden söz ederek bunun kültür ve sanatla ilişkisini nasıl kuracağımızı sordum. İçlerinde mimarların da bulunduğu konuşmacılar, uzun yıllara dayanan her alanda ihmalkârlığımızın acı bedelini ödediğimize vurgu yaptılar. Konuşan herkes artık sözden daha çok iş yapmamız gerektiğini, bu vurdumduymazlığa bir son vermenin zamanının geldiğini ifade ettiler.  İstanbul’u düşününce ihmalimiz o kadar büyük ki nereden başlayacağız, sorusu beni ürküttü.

Kısa bir iki deprem atfından sonra kültür ve sanat gündemini konuşuruz dedim ama bir oturum boyunca “depremsiz” konuşmayı beceremedik. Deprem herkesi derinden sarsmıştı. İkinci korkumun hiç geçekleşmemesi beni çok sevindirdi. Seçim ve siyaset gündeminin konuşmaların sağlıklı sürmesini engelleyebileceğini düşünmüştüm, yanılmışım. Hiç kimse “sıcak” siyasetin kenarından bile geçmedi. Büyük bir olgunlukla kültür ve sanat alanında yapılması gerekenlere odaklanıldı.

Kültür ve sanatın her alanında büyük başarılar elde edildiğinin, bunun devam etmesi için yeni şeyler söylemek ve yapmak gerektiğinin altı çizildi. Özellikle bürokrasinin azaltılması, hukuk sisteminde yeniliklerin yapılması,  uluslararası etkinliklere daha fazla yer verilmesi, tarihi mirasın yanı sıra günümüz çağdaş kültür ve sanat etkinliklerinin de arttırılması gerektiği dikkat çeken başlıklardı. Yapılan etkinliklerin, kültür takvimi çerçevesinde düzenli devamlı yapılması önem arz ediyor. Bütün yapılanların daha fazla tanıtıma ihtiyacı var. Zaten her konuda en çok eksikliğini duyduğumuz konuların başında bu gelmiyor mu?