"Şeyhü'l-Müverrihîn / Tarihçilerin Şeyhi" veya "Kutbü'l-Müverrihîn / Tarihçilerin Kutbu" olarak bilinen Halil İnalcık Hoca 25 Temmuz 2016’da hayata veda etti. Bir asırlık ömür süren ve “Hocaların Hocası” lakabıyla da tarihe geçen bu büyük ismi, kısa bir yazının çerçevesine sığdırmak mümkün görünmüyor. Titiz bir tarihçi ve bereketli bir yazar olan Hoca’nın eserleri/makaleleri 400’ü buluyor. Her biri aylar hatta yıllar alan bu çalışmaları kemiyetiyle değil keyfiyetiyle bilenler/tanıyanlar, bu devasa külliyatı bir ömre sığdırmanın zorluğunu takdir ederler. Hakkında Emine Çaykara tarafından “Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı” yayımlandı (2005). “Halil İnalcık Armağanı I-II” (haz. Taşkın Takış, Sunay Aksoy) ise 2010-2011’de basıldı. Hoca’yı derinlemesine tanımak isteyenler bu eserlere bakabilirler.

Halil İnalcık Hoca ile ilk kez 2010 yılında tanışma imkânım oldu. Daha öncesinde eserleriyle tanıdığım bu büyük sima ile yüz yüze tanışmak benim için anlatılmaz bir duyguydu. O yıl Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından kendisine verilen “Fahri Hemşehrilik Beratı” vesilesiyle geldiği Bursa’da birkaç gün kalmıştı. Bir süre yanında mihmandar olarak bulunduğum bu günlerde kendisini yakından gözlemleme imkânı bulmuştum. O gözlemlerimden bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

İnalcık’ın deyimiyle bir “Dârü's-Saltanat” şehri olan Bursa sadece Osmanlı Tarihi açısından değil, Avrupa ve Asya tarihi açısından da pek çok olayın kesiştiği çok önemli bir yerleşimdir. Berat töreni öncesinde yaptığımız kısa muhabbette Hoca’ya, Bursa’da uzun yıllar önce yaptığı araştırmaları hatırlattım. Dile kolay, dört yıla yakın bir süre ölenin de yaşayanın da unuttuğu Bursa’daki pek çok tarihi vesikayı, tozun toprağın arasından ilk kez çıkaran Prof. Dr. Halil İnalcık’tır. Osmanlı Kuruluş tarihi ve sonrasında, Fatih Dönemi üzerine yazdığı başyapıt niteliğindeki eserleri, -tabiri caizse- Osmanlı Tarihi'ni yeni baştan ele almayı gerekli kılmıştır. Osmanlının kuruluş yeri ve yılı gibi görece önemdeki tartışmalardan sıyrılabilseydik İnalcık’ın tarihe not düştüğü pek çok yeni bulgusunu anlama imkânı bulurduk.

Sadece kaynak taraması değil aynı zamanda çok iyi bir saha çalışması da yürüten Hoca, tarihin güzergâhını kaynaklarla karşılaştırmayı ve önemli yeni bulguları sağlam delillerle dile getirmeyi bir görev kabul ederdi. Bunu, yaptığı içten dost muhabbetlerinde bile görmeniz mümkündür. Her sözünün ardından bir kaynak dile getirmeyi ihmal etmemesi bunun en güzel örneğidir. “Bursa’nın evladıyım ben, bu tören sadece malumu ilan etmekten ve hakkımı iade etmekten ibarettir” diyerek sözünü tamamlaması, Halil İnalcık’ın Bursa’ya dair hislerini sıralamayı gereksiz kılar. Tören sonrası açılışı yapılan  “Prof. Dr. Halil İnalcık Sokağı” ve “Prof. Dr. Halil İnalcık Osmanlı Evi” bu hemşeriliğin nişanesi olarak varlığını sürdürmektedir.

Törende yaptığı kısacık konuşmada bile İnalcık, çok önemli şeylere vurgu yapmıştı. Dört yıllık Yunan işgalinde, İznik’te bulunan Çandarlı Halil Paşa Türbesi’nde yapılan tahribata bakarak bugün bile zulmün hatırlanabileceğini dile getirmişti. “Bursa II. Tebriz’dir” diyen İnalcık’a göre, İran üzerinden gelen “İpekyolu” ile Suriye üzerinden gelen “Baharat Yolu” Bursa’da birleşmektedir. Bu sebeple sadece o gün değil, bugün dahi “Bursa Türkiye’nin kalbidir.” Hoca sözlerini şöyle devam ettirmişti; “Daha Yıldırım zamanında Osmanlı, dünya ticaretinde önemli bir yerdeydi. Tarihi vesikalar bunu açıkça ortaya koyuyor. Özellikle Fatih Dönemi’ni anlamak bakımından Bursa’da, Çelebi Mehmet Müzesi’nde keşfettiğim 256 defterin önemi çok büyüktür. Dönemin Kadı Sicilleri ve maliye vesikaları Bursa’nın ve İstanbul’un o dönem ne derece önemli bir merkez olduklarının tescilidir.” Hoca sözünün akabinde Diyanet Vakfı/İSAM tarafından o yıllarda yayımlanan “Kuruluş Sultanları” isimli kitabın mutlaka okunması gerektiğini vurgulamıştı.

Bu törenden dört yıl önce yine Bursa’ya gelen Hoca’nın Şehreküstü Meydanı’nda bulunan Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’nin heykeline şerh düştüğünü biliyoruz. O zamana kadar elinde kitabıyla cübbeli bir âlim olarak tasvir edilen bu heykel, İnalcık Hoca’nın uyarısıyla yıktırılmış ve yerine yenisi yapılmıştı. Yeni yapılan Osman Bey heykeli yine Hoca’nın tarif ettiği şekilde bir savaşçı olarak, zırhlı atıyla tasvir edilmişti. Bu heykel halen aynı meydanda, Hoca’nın Bursa’ya bir hediyesi olarak durmaktadır.

Vefatından sonra ailesi tarafından defin yeri Karacaahmet Mezarlığı olarak belirlenmişti. Ancak, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın talimatı ve Bakanlar Kurulu kararıyla cenazesinin Osmanlı protokol mezarlığı konumundaki Fatih Camii haziresine defnedilmesi kararlaştırıldı. Cenazesi 28 Temmuz 2016 Perşembe günü öğlen Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından anılan haziredeki Gazi Osman Paşa ve Ali Emiri Efendi’nin mezarlarının yanında toprağa verildi. Yine Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı ile İnalcık için özel bir kabir yapıldı. Halil İnalcık'ın kabri, geleneksel Osmanlı ulema kabri şeklinde düzenlendi. Osmanlı tarih düşürme geleneğine uygun olarak Murat Bardakçı tarafından kaleme alınan ve hattat Sabri Mandıracı'nın yazdığı Halil İnalcık'ın mezar taşı kitabesi şöyle: "Kutb-ı aktâb-ı müverrihîn idi / Cümle âsârı buna muhkem delîl / Rıhletiyle artık öksüzdür ilim / Böyle emretti bunu nazm-ı celîl / Şimdi mutlak Fatih’in bağrındadır / Fethi ondan dinliyorken biz melîl / Hüzn içinde söyledim târîh-i tâmm / Kalbi yıkdı hicr göçdü Mîr Halîl-1437"

Ruhu şad, mekânı cennet olsun.