Büyük simaların hayattayken farkına yeterince varamıyoruz. Ne zamanki dünyadan göç ediyorlar, o vakit içimize bir tenhalık, bir öksüzlük duygusu çöküveriyor. Dünyevileşmenin etkisinden olsa gerek… İnsanlar ölümü o kadar uzak görüyor ki başına gelmeden ayılamıyor.

Geçtiğimiz sene bu zamanlarda ebedi âleme uğurladığımız Ömer Tuğrul İnançer, bu simalardan biriydi. Kendisini eserlerinden ve televizyon ekranlarında -özellikle de Ramazan ayında çıktığı programlarda- tanıdık, sevdik. Hoş sohbet, lafı gediğine oturtan, misalleriyle gönle hitap eden, aklıselim sahibi, irfan ehli bir mutasavvıf ve mütefekkirdi. 

“Resûlullah Efendimizi sevmeyenler O'nu tanımayanlardır. Tanıyıp da sevmeyene rastlamadım.  Ne tarihte ne de günümüzde...”

İsminin tecellisinden olsa gerek ki Hz. Ömer(ra) gibi celalli, Tuğrul Bey gibi İ'la'yi Kelimetullah’a bağlı bir inanç eriydi. Asıl ismi Ömer Lütfü İnançer olsa da eserlerinde Ö. Tuğrul ismini kullanması, Anadolu’nun İslamlaşmasının başlangıcına olan bağlılığını ve şuurunu işaret ediyor.

“Kalp beden mülkünün sultanı ve padişahıdır.”

1946’da Bursa’da dünyaya gelen İnançer’in hem anne hem de baba tarafı tasavvuf kültürüyle barışık bir muhitten gelmektedir. Baba tarafı İsmail Hakkı Bursevî’ye kadar gidiyor. Anne tarafı ise İstanbul kültürünü yaşatan bir ailedir. Bu vesileyle ilk gençlik yıllarında Bursa'dan sık sık İstanbul'a gelmiş ve İstanbul kültürüyle yakın temasını geliştirmiştir. Büyük dedesinin ise Tekirdağ'da bir tekkenin şeyhliğini yaptığı biliniyor.

“Eğer gönlümüzde Allah'a, Resulü’ne, velilerine ve bütün mahlûkata karşı bir muhabbet varsa bilelim ki Allah, Resulü, velileri ve bütün mahlûkat da bizi seviyor demektir.”

Bursa Ulu Camisi’ne yakın bir dükkânda havlu ticareti yapan dedesinin, İnançer’in hayatında önemli yeri vardır. İnançer daha küçüklüğünde Kuran-ı Kerim’i ve Anadolu irfanının inceliklerini, âhi geleneğinin son temsilcilerinden olan dedesinden öğrenmiştir. İnançer dedesini şöyle anlatır: "Evimizin iki ayrı sokağa açılan kapısı vardı. Sabah kalkar, bir yolu temizler kül döker ki insanlar camiye veya işlerine rahatça gidebilsinler. Öbür sokağa da su döker, kar donsun da mahallenin çocukları orada kızakla kayıp oynayabilsin diye. İçinde bulunduğu topluma faydalı bir insan, ailesine numune örnek olan biriydi benim dedem."

“Biz malumat sahibi olmakla bilgiyi aynı teraziye koyuyoruz. Bilgi, ‘olma’nın yardımcısıdır. Bilgi öğrenmekle elde edilmez, tefekkürle elde edilir. Ancak tefekkür bilgi ile beslenir.”

Ortaokul yıllarında Bursa Musikî Cemiyeti’ne katılan, Batı müziğinin yanı sıra Klasik musikiyi küçük yaşlarda meşk eden İnançer’in bu tutkusu ömrü boyunca devam etmiştir. Hukuk eğitimi almak için İstanbul’a geldiğinde Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne giren İnançer, burada Emin Ongan'ın öğrencisi olmuştur. Tasavvuf musikisine yönelmesi ve Konya'da Hz. Mevlana Dergâhı’nın son temsilcilerinden Süleyman Hayati Dede ile tanışması da bu yıllara rastlar. İşte o Süleyman Hayati Dede İstanbul’a geldiği bir seferinde, İnançer’in elinden tutarak sahaflar şeyhi olarak da bilinen Muzaffer Özak’a götürür. 1970’li yıllarda başlayan bu tanışma İnançer’in hayatında bambaşka bir kapının aralanmasına vesile olmuştur.

“Arif kişi, kendine mezar hazırlamaz, kendini mezara hazırlar.”

İnançer’in, Halvetî-Cerrâhî tarikatının şeyhi olan Muzaffer Özak ile mürşid-mürid ilişkisi, onun halifesi olan Safer Efendi ile de devam etmiştir. Safer Efendi’nin 1999 yılında vefat etmesi üzerine yerine Ömer Tuğrul İnançer gelmiş ve 1999’dan vefatına kadar İstanbul Cerrahî Âsitanesi'nde postnişin olarak hizmet vermiştir.

“Hz. Mevlana(k.s) ‘Toprak ol’ diyor. Niçin? ‘Bahar gelmekle taş yeşermez.’ Ancak toprak yeşerir. Öyleyse taş kalpli, yani sert kalpli olma. Toprak gibi ol ki nasıl tabiat denen kâinatın güneşi, baharda vurduğu zaman taşlar yeşermez, toprak yeşerir; bir irfan güneşi, bir gün kalbine vurduğu zaman, kalbin taş gibi olursa senden bir şey bitmez, yetişmez. Tevazu böyle bir şeydir…”

İnançer, Konya’da tanıştığı Süleyman Hayati Dede’den Mevleviliği öğrenmiş, 1990'lı yıllarda Hz. Mevlâna'nın bugüne kadar devam eden Çelebi Ailesi'nin o zaman başında olan Celaleddin Çelebi tarafından kendisine destarlı Mevlevi sikkesi giyme yetkisi verilmiştir. Mevlevilik yolunun incelikleri konusunda uzmanlaşan İnançer, bu işi gösteriye çeviren kesimleri ısrarla ikaz etmiş, “semâ”nın inceliklerini kendisinden sonraki nesle aktarmıştır.

“Şöyle bir misal verirler: Bildiğimiz ceviz... Ama dalındaki ceviz... Yeşil kabuklu ceviz... O yeşil kabuk çok acıdır biliyorsunuz. İşte o şeriattır; içindeki sert, kırılması gereken kabuk da tarikattır. Cevizin meyvesi hakikattir; yemek ve lezzetini tatmak da marifettir.”

Tuğrul İnançer hayatını dört esas üzerine bina etmiştir: Şeriat-Tarikat-Hakikat-Marifet. Hazreti Peygamber’e (sav) olan muhabbeti, tefekküre verdiği önem, sevgiyi esas alan hayat anlayışı ve hak bildiğini söylemekten geri durmayan yaklaşımı İnançer’i geniş kitleler tarafından sevilen bir isim haline getirmiştir.

Vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve özlemle anıyorum. Ruhu şad mekânı cennet olsun.