Dünya nüfusu hızla artıyor.

Küresel ısınma sloganıyla yıllardır olgunlaştırılan ve bugün final eylemine geçilen iklim krizi giderek daha fazla endişe kaynağı hâline getiriliyor.

Bu anlamda gıda milliyetçiliği, uluslararası düzeyde gıda üretimi ve faaliyeti üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor.

Gıda milliyetçiliği, ülkelerin kendi yerel gıda bilgilerini desteklemeye ve katılım haklarına ilişkin bir ihracat kısıtlamasını ifade eder.

Bu rekabet, ülkelerin kendi gıda endüstrilerini koruma amacı gütmeleriyle ortaya çıkıyor. Yani her ülke yerel çiftçilerini desteklemek amacıyla ilave tarım sübvansiyonları uygular, ihracat ve ithalat kısıtlamalarına gidebilir, farklı politik araçlar uygulayarak ülke insanını koruma yoluna gidebilir.

Bu tür milliyetçilik, yerel tarım ve gıda endüstrilerini teşvik etmek, üretimin artırılması ve desteklenmesi amacıyla gıda ürünlerinin muhafazasını kapsar. Ancak, tarım ve gıda ürünlerinde yaşanan/yaşanacak milliyetçilik aynı zamanda bazı tartışmalara yol açabilir ve uluslararası ticarette olumsuz etkilere sebep olabilir.

Gıda güvenliği endişesiyle ülkeler, kendi gıda ürünlerini üretmeye ve tüketmeye daha fazla vurgu yapabilirler. Özellikle büyük gıda krizleri veya sağlık endişeleri gıda milliyetçiliğini artırmaya yetiyor. 2019 yılında başlayan ve dünyayı âdeta kapatan pandemi dönemindeki gıda zinciri sorunları buna iyi bir örnek olabilir.

İklim krizinin gölgesinde dünyadaki gıda milliyetçiliğinin sürekli artış göstermesi, fakir ülkelerde yaşanacak olası gıda ve beslenme krizlerinin habercisi gibi.

İklim değişimi, su sıcaklıkları ve toprak oluşumları gibi değişkenler, gelecekte dünya genelindeki gıda ve beslenme krizlerine yol açabilir. Gıda milliyetçiliği koşullarının iklim krizi ile nasıl bağlantılı olduğu ortada. Özellikle fakir ülkelerdeki gıda çeşitliliğinde yaşanacak azalmalar ve buna bağlı olarak patlak veren gıda güvenliği sorunlarına dikkat çekmemiz gerekiyor.

Gıda tekelleşmesine iklim krizi kalkanı!

Gıda milliyetçiliği yakın gelecekte gıda tekelleri ortaya çıkartacaktır. Bu tekelleşmenin masumiyet kalkanı olarak da iklim krizi kullanılacaktır.

Önce küresel ısınma dediler.

Yıllarca farklı platformlarda sosyal sorumluluk projeleri uyguladılar.

Akademiyi kullandılar, medyayı kullandılar, yer altı ve yer üstü kaynaklarını yağmaladıkları çaresiz çocukların masumiyetini kullandılar.

Bugün artık yeni adı konuldu: İklim krizi!

Dünya çapında gıda üretimi ve gıda güvencesini tehdit eden en büyük faktör “iklim krizi” sloganının akıl hocalarıdır.

Neyse, biz konumuza dönelim.

Artan sıcaklıklar ve buna bağlı yaşanacak kuraklıklar, diğer aşırı hava olayları, tarım hastalıkları, verimli toprakları olumsuz etkileyerek gıda üretiminin düşmesine neden olur.

Fakir ülkelerdeki etkileri büyük olacak!

Gıda milliyetçiliği politikaları, özellikle fakir ülkelerde ciddi sorunlar ortaya çıkartacaktır. Bu ülkeler genellikle tarım ve gıda üretim açısından daha az kaynağa sahiptirler ve ayakta kalabilmeleri yeni gıda kaynaklarına bağlıdır.

Gıda milliyetçiliğinin bir sonraki adımı olan gıda tekelleşmesine giden ülkeler, fakir ülkelere karşı “terbiye” maksadıyla neler mi yapabilir?

Gıda ihracatına ve  ithalatına kısıtlama getirebilirler. Yerel para politikalarına yönelik güncellemeler yapabilirler. Günlük gıda fiyatlarını artırabilir ve gıdaya kısıtlamalar yapılabilirler. Bu politikalar dünya çapında gıda ticaretini olumsuz etkileyebilir ve küresel gıda güvencesini tehdit edebilir.

Fakir ülkelerde yaşanacak olası gıda ve beslenme krizleri, gıda milliyetçiliği ile iklim krizinin birleşimiyle daha da kötüleşebilir.

Çaresiz değiliz!

Bu karmaşıklığın küresel olarak yaygınlaşmasını önlemek için iş birliği ve sürdürülebilir tarım uygulamaları gereklidir. İklim değişikliği veya moda adıyla iklim krizi yalanı ile tekelleşme yoluna gidenlere inat, inancımızın gereği olarak daha çok üretmeli ve ürettiğimiz ürünleri paylaşma yoluna gitmeliyiz.

Özetle; gıda milliyetçiliği, dünya çapındaki iklim krizi ile birleşerek fakir ülkelerdeki gıda güvencesini olumsuz etkileyebilir. Bu yaygınlığın sağlanması için uluslararası toplumsal işbirliğinin sağlanması ve sürdürülebilir tarımın teşvik edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, sağlık sorunları ve beslenme krizleri daha ciddi boyutlara ulaşabilir.