İnsan unutabilen bir varlık; aynı zamanda unuttuğunu hatırlayabilen.

Unutulması gerekenleri unutmak, hatırlanması gerekenleri hatırlamak gerek.

İnsan fânidir; yani geçici, ölümlü.

Ölümlüyüz; ama ölümsüzmüş gibi yaşıyoruz.

Zamanımız kısıtlı; fakat bol zamana sahipmişiz gibi davranıyoruz.

Geçiciyiz; lakin kalıcıymış gibi hareket ediyoruz.

Şu kesin; biz bir yerlerde ciddi hata yapıyoruz.

Rabbimiz bize bizi, bize fani oluşumuzu hatırlatıyor: “Her şey fanidir. Ancak kerem ve iyilik sahibi Rabbin kalıcıdır (bakidir).”

Efendimiz (sas) “Dünyada bir garip gibi, yabancı gibi hatta bir yolcu gibi ol! Kendini kabir halkından biri gibi kabul et” demek suretiyle geçici olduğumuzu hatırlatıyor.

Geçici olana (dünya) kalıcı, kalıcı olana (ahiret) ihmal edilebilir, ertelenebilir gözüyle bakmak sonuç itibariyle insanın felaketidir.

Kalıcı değiliz bu hayatta.

Bakın; kim kalmış geçmişten bu yana.

Elbette vakti geldiğinde biz de gideceğiz darı bekaya.

Dünya iki kapılı bir han misali.

Birinden giriyor, diğerinden çıkıyoruz.

Kısa süreliğine bir geçimlik diyarı.

Yolcu için kısa bir uğrak noktası.

Peygamberimiz (sas) “Benimle dünyanın misali, bir ağaç gölgesinde dinlenen yolcunun misali gibidir” buyurmak suretiyle dünya hayatının geçici olduğunu ne de güzel vurgulamış.

Dünya hayatı hem geçici, hem de çok kısa.

Var mı aksini iddia edecek olan?!

Var mı dünya hayatının kalıcı ve yeterince uzun olduğunu söyleyebilecek olan?!

İnsana düşen, gölgesinde dinlendiği ağacın altına ne kadar değer ve kıymet atfedilebilirse o kadar takdir etmesi.

Aksi büyük bir yanılgı, büyük bir felaket…

Yolcuya düşen, yolcu (fâni) olduğunu, yolun devam ettiğini unutmaması ya da hatırlaması.

Hatalarımızı daha çok fâni olduğumuzu unuttuğumuzda yapıyoruz.

Geçici olduğumuzu göz ardı ettiğimizde, dünyaya haddinden fazla bağlanıyoruz.

Ve bağlanmalarımız bağımız oluyor; elimizi, kolumuzu, aklımızı ve yüreğimizi bağlayan…

Fâni olduğunu unuttuğunda insan; dünyaya sahip olmaya kalkıyor.

Dünyanın bir yanının açlıktan kırılması, diğer yarısının haddinden fazla tokluktan, israftan ve aşırıktan kurtulamaması hangi anlayışın ürünüdür?

Başkasının malına, toprağına, yer altı ve yer üstü kaynaklarına göz dikmesi, kendilerinin rahatı için başkalarının evini ve barkını ateşe vermesi, neslini yok etmesi, toprağını ve ürününü tarumar etmesini neyle açıklarız?

Midesi tok ama gözü aç; yetinmeyi ve kanaati bilmeyen; eksik olan fakat tammış gibi bir profil çizen; kusurlu olan lakin kusursuzmuşçasına hareket eden; yiyebileceğinden fazlasını biriktiren, sonra da israf eden; kendi elinde olduğu halde başkalarının elindekine göz diken; kibri dağları aşmış kimse fâniliğini unutmuş demektir.

Ezcümle; başımıza ne geliyorsa, fâni olduğumuzu unuttuğumuzda ya da fâni olduklarını unutunlar yüzündengeliyor.