Sevgi bağlılığı olarak tanımlanan vefa;  özde kalbin, kalplere taşınmasıdır.  İnsan eğer insansa, ahlaki değerle kaplar kendini ve çevresini.  Bu bir korunma, koruma ve de bir kalp hassasiyetidir.

‘’ Bir yerden tanışıklığımız var, belki de aynı yüzün ağrısından…’’  işte bu tanışıklık hali vefadır.  Acının, yaranın, kederin, sevincin insan ruhunda tekâmüle eriştiği noktada başlar kalp derinliği.

İnsan iyiliğin yüzünü temsil ettikçe, asilleşir. İdeali insanca yaşamak olanlar, insanlığa hizmete adar kendini. Ne bir takdir bekler, ne bir alkış, ne de vefa gösterisi.  Olması gerekenin üzerini kalın bir çizgiyle çizmek, değerler haritasının dengesini bozar.

İyilik ifşa edildikçe güzel ahlak kaybolmaya başlıyor. Uzun uzun düşündürüyor yeni ahlak modeli, yani iyiliğin alkışlanması gerekliliği!

‘’ İyi insan ya da mutlu insan, iyiye uygun yaşayan, böyle yaşamayı alışkanlık haline getiren inandır. Eylemde bulunurken, başka bir amaçla değil, salt iyi olduğu için, iyiyi gerçekleştirmek isteyen insandır. ’diyor Farabi.  Kalpler vefa davetine değil, iyiliği yaşatma çabasına atmalı. İyiliğin içindeki muhabbet çünkü vefanın kendisidir.

         Yabancı bir memlekette insan, ilk önce kendi dininin ve dilinin birliğine sığınır. Bu kaçınılmaz gerçek, gurbetçiye güç verir. Arap’ı, Türk’ü, Pakistanlısı  kendi gözleri gibi bakan gözlerden, güç alır. Uzak coğrafyada aynı kaderi yaşayanlar arasında manen bir bağ oluşur.  Ve yabancılar kendi kültüründeki vefa bağı ile beslenirler. Yaşamın zorluk kabuğunu, bu cümlelerdeki vefa meltemi yumuşatıyor sanıyordum. Yanılmışım.

Fransa’ya ilk geldiğim yıllar, para transferi yapacaktım, pasaportumun o gün süresinin bittiğini görünce,  Postaneye en yakın yer olan bir Türk teşkilatından yardım rica ettim. Çok basit bir işlem olmasına rağmen, hayır cevabını aldım. Dış kapıdan sokağa çıktığımızda oğlum ‘’ anne,  neden iyilik yapmayı istemediler  ‘’dediğinde, o an için vereceğim cevabın, zihnine ve kalbine temas etmeyeceğini bildiğim için sustum.

Yine bu ülkede ilk yıllarım! Kullandığım ilacın reçetede  yazmadığı halde orijinalini,  fikrime -düşünce sistemime oldukça ters bir eczaneden tedarik etmiştim. O günden sonra on yıl oldu hala aynı yerden alışveriş yapıyorum.  İnsan olmaya özen gösterişin başı başına bir vefa olduğunu anladım bu iki hadise sonrası.

Kavramlara zorlama yolculuk yaptığımız için, değerler haritası değişti.

Bize, bizi hatırlatan ne varsa ona koştuk budur vefa diye.  Görmediğimiz bir şey vardı! İnsan olan zaten bir vefa yolcusudur….

Kalp inceliğinin toplandığı yerdir vefa. İnsan kabalaştıkça, iyiliğin inceliği ortadan kalktıkça vefa çığlığı yükselir her yerden. Tiz seslerin vefa koşusu başladığında bilin ki, ortada samimiyet diye bir şey de kalmamıştır.

Mimar Sinan ve eğri minare hikâyesini bilmeyen yoktur. Koca Sinan, eğri diyen çocuğa naifliğin, hoşgörünün, yüksek anlayışın cevabını vermiştir doğru minareyi düzeltme teşebbüsü ile… Neden böyle yaptınız diyenlere ‘’ Ben bilmez miyim eğrilik olmadığını. Ama çocuğun kafasındaki ‘minare eğri’’ intibasını bırakamazdım. Bu yönteme başvurdum ki çocuğun kafasındaki ‘’ eğri’’ kanaati silinsin. Mimar Sinan’ın tabiatındaki incelik, vefanın kendisidir.  O vefayı özlemeyenimiz var mı?

Vicdan denilen kuvveti hafife alarak, olmayan şeyi var- mış gösterme hastalığı, kültürel kimliğimizi kaybettirdi bize. Manevi iklimi de tükettik binbir hevesle hem de.

Sadece bayramlarda bir araya gelenlerin, anne babası ile paylaştığı o anı fotoğraflayıp, vefa diye sosyal medyada paylaşımları yok mu?   İnsan burada donuyor işte.

Bir de kabirlerin sadece arefe günü temizlenip, çiçeklendirilmesi acıtıyor insanı. Ölüme yaklaşmalıyız diğer günlerde de, insanoğlunun tek gerçeğine… Bakımlı bir kabir karşısında ‘hayırlı evlatlarmış’ fısıltısı mezarlığı sararken, başka günler ziyaretçisi olmayan ölüler, ne düşünüyor diye merak edeniniz  oldu mu hiç? Allah iyi ki bayramlarla seslenmiş unutuşa gebe insana!

Ezber vefaların raksı anlatılmaz bir kirlilik. Müthiş bir ikiyüzlülük! Yapış yapış bir yapmacıklıkla gövde gösterinde bulunanlarda ruh aramayın. Onlardaki ahlak terimi boyut değiştirdiği için, genç nesil  kültürümüzden kopuk.

Her şey sığlaştığında, kavramların içi boşaldığında,  kalp ödevini terk ettiğinde; ezber bir vefa korosunu dinlersiniz. . Ne çok yıpratmaya meraklı öyle insan kendini diyerek susmaya sığınıyoruz…

Vatan vefa değil, sevdadır.

Ana kucağı, vefa değil; hasrettir, rızadır.

Aşk, sevgi, dostluk vefa değil, kalbin içidir.

Vefa sahnesi kuruluyorsa, artık insanlık vefada yaşamıyor demektir.

Son çağlarda türeyen İslam’ın entelektüel kesimi, çok tuhaf bir iletişim çizgisine sahip.  Bir yıl olmadı iki yıl susup, kaldıkları yerden iletişime devam eden bu güruh, nasılsın diye hal – hatır dahi soramaz. Oysa vefanın duruşu nasılsın sorusu temsil eder.

Onlara göre sanatsal kimlik, klişeleri devirip, özgürlükçü olmalı.  Bugün yetiştirdikleri nesil de meyvesini veriyor. Bir milletin kültürünün soyup soğana çevrilmesi tek kelime ile vahşet.  Evet, bu entelektüel geçinen kesim bayram tebriğini de önemsemez.

Kültürel erozyon, bize kavramları yanlış kodlatıyor. Geldiğin nokta şu;  kelimeler doğru, içerikler yanlış.

Bugünün penceresine şu dizeleri bırakıyorum: ‘’Sensiz üzgün bir bayram sabahıyım / kanım kaynamadı hiç vefasızlığa.’’ Kalbinize emanetsiniz.

***

Unutmayalım bayramlar özel bir kalp titizliğinde geçmeli. Bir araya gelindiğinde kimse birbirini kırmadan, huzuru hissetmeli.

Hayırlı bayramlar…