Belki de en çok satılan kitaplar da diyebiliriz. Hani her kitapçının vitrinlerini süsleyen, rengârenk, albenisi tavan yapmış kitaplar var ya. Ha işte onlardan bahsediyorum.

İçinde yazılanlardan çok kapaklarıyla uğraşılan kitaplar almış başını gidiyor. İyi de prim yapıyorlar. Her önüne gelen, kitap yazıyor. Herkes kitap yazmak zorunda hissediyor kendini. Aşk ve tutku üzerine yazılmış roman müsveddeleriyle doluşmuş kitapçıların rafları.

Daha ergenliğinden yeni çıkmış çocukların yazdığı liseli aşk hikâyeleri kapış kapış gidiyor. Kitap fuarlarında büyük üstatların stantları okuyucu ararken; daha 20 yaşındaki gençlerin stantlarının önünde pide kuyruğundan uzun kuyruklar oluşuyor. Bir de yazardan çok popstar muamelesi yapılan o çirkin görüntüler beni bile utandırıyor.

“Okuyucu kitlesi” yerine “hayran kitlesi” çoğalıyor. Okuyacak kitap araştırırken ne pragmatist ne de realist davranıyoruz artık. Okuyacak kitapları bize vereceği haz derecesine göre seçiyoruz. Hedonist okuyucular toplumun çoğunluğunu oluşturuyor. Toplu taşıma araçlarında veya diğer kalabalık mekânlarda gördüğüm tablo bu. Her 5 kişinin dördünün elinde içi boş kendisi kof kitaplar var.

Ülkemizde en çok okunan kitaplar listesini açın da inceleyin. Neden listenin en başını polisiye, duygusal çalkantılar veya aşk konulu romanlar çekiyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü düşünmekten korkuyoruz. Bizi yoracak ve bizi düşünmek zorunda bırakacak şeylerden kaçıyoruz. Okumuş olmak için okuyoruz. Okuma ihtiyacımızı tatmin edelim yeter değil mi? Ne kazandığımız hiç önemli değil.

Elbette körü körüne yararcı olmak doğru kabul edilemez. Lâkin bir iş yaparken veya bir vakit harcayacakken az da olsa fayda gözetmek Müslüman şiarındandır. Size hiçbir faydası olmayan, okuduktan sonra size fikri veya bilimsel hiçbir katkısı olmayacak pespaye kitapları okumak hem vakit israfı hem de zihinsel zehirlenmedir.

Sırf herkes okuyor diye bir kitabı okumak zorunda hissetmek bu zehirlenmenin en büyük göstergesi sayılabilir. Popülizmin dayatmasına hemen teslim olup, istediğimiz kitapları değil; istenilen ve dayatılan kitapları okuyoruz. Bertrand Russell “İnsanlar bilgisiz doğar ama eğitilerek aptallaştırılır” der. Faydasız ve yararsız okumalarla sistemin bizi aptallaştırmasına izin veriyoruz. Mevzuyu toplumun yapıtaşlarına indirgeyerek düşünelim.

Toplumun her bireyinin dini, ideolojik ve sosyal bir görüş veya kabulü vardır. Peki, bu toplumdaki bireylerin kaçı görüş ve kabulleriyle ilgili okuma yapıyor. Bu iddiayı akla yaklaştırmak için en ifrat örneği vermek gerekecek. Mesela: %99’u Müslüman olan ülkemizde Müslümanların kaçı Kur’an, meal veya tefsir okuyor?

Seçimlerde %86 gibi büyük bir katılım oranına sahip oluşumuz bizim ne denli siyasal bir toplum olduğumuzu gösterir. Peki kaçımız siyasi veya ideolojik görüşlerini okumalarına bağlıyor. Çoğumuzun görüş ve kabulleri ailenin veya kültürün dayatması. Ve bizim de kabullerimiz. Dayatılanı kabul eden bir teslimiyet…