Geçtiğimiz hafta içerisinde TV kanallarında geziniyordum. Halk TV’de Gazeteci Enver Aysever’in Türk Müziği’nin en değerli isimlerinden olan Özdemir Erdoğan ile yapmış olduğu söyleşiye denk geldim. Programın kaydı Halk TV’nin Youtube kanalında mevcut.

Yorumlamamdan sonra izleyebilirsiniz. Enver Bey programa başlarken “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı sevdiğinizi söylediniz. Sizin gibi Cumhuriyete bağlı birinin bir gerekçesi vardır mutlaka. Sayın Erdoğan’ın hangi tutumundan dolayı bu duyguyu taşıyorsunuz?” diye sordu. Soruyu kısaltacak olursak: “Sizin gibi biri Erdoğan’ı nasıl sever?” demişti aslında. Özdemir Erdoğan da duayen bir Caz sanatçısı olmasının vermiş olduğu tarzda bu soruya ve tüm sorulara cevap verdi. Bazı çevrelerde ilk önce Cumhurbaşkanı’nı sevebilme duygunuzu teşhir ediyor olmanız sanki varoluşsal bir problemi açığa çıkardığınız manasına geliyor gibi.

Sorulan bir soru vardı. Sanatçının adalet, insan hakları ve demokrasi konusunda uyarıcılık görevi yok mudur? Özdemir Erdoğan’ın cevabı net: “Hayır yoktur. Sanatçı entelektüel olmaya mecbur değildir. Sanatçı mesleğini doğru düzgün yapmak zorundadır. Türkiye’de bu yüzden Uluslararası sanatçı yetişmiyor. Siyasetle ilgilendikleri için. Bu bir enerji meselesidir.”

Özdemir Erdoğan’ın sözleri çok mühimdi. Sanatçı entelektüel olmak zorunda mıdır? Bu soruyu kafamızın içerisinde defalarca evire çevire kendimize sormalıyız. Siz bir gazetecinin tutuklanmasının insan haklarına aykırı olduğunu düşünüyorsanız bu duruma insan olma hasletinizden dolayı karşı çıkmanız gerekmez mi? Sanatçıya neden fazlaca misyon yükleriz? Sanatçı olmak için

doğru notayı basmasının yanında meclisten geçen falanca yasa tasarıyla ilgili de ses çıkarması gerekir gibi bir algımız var. Bu algı sadece sol görüşte ya da sağ görüşte olanların yarattığı bir algı değildir.

Sanatçının müziğini hiç dinlemeyip bir meseleye zamanında müdahil olmadığı için yargılıyorsunuz. Siz her meseleye her zaman müdahil oluyor musunuz? Bir akraba meclisindesiniz ve her görüşten akrabanızla muhabbet ediyorsunuz. Kalbinizden geçen her şeyi kalbinizden geçtiği tonda dile getirebiliyor musunuz? Akrabalık ilişkileriniz içerisindeki iktidarınızı düşünüyorsunuz.

Bir sanatçının izleyenim, dinleyenim, okuyanım bölünür mi duygusuyla yaklaşmasını anlayamıyorsunuz. Ya da her meseleye kulak kesilmesini, sizin gibi TV izlemesini, sizin gibi sosyal medyada takılmasını bekliyor ama sanatından da ödün vermesin istiyorsunuz.

Tüm bunları dinleyip düşündüğümde neden sanatçıya fazla misyon yüklüyoruz sorusunu kendime sordum. Sezen Aksu’nun sanatçılığı tartışılır mı? Fakat sizdeki misyonu tartışılıyor. Bir sanatçı bence de toplumun hassas olduğu konularla ilgili duygu ve düşüncelerini

zaman zaman yansıtmalıdır. Fakat sanatçıya acar gazeteci misyonu yüklemek, onun sanatını özgür bırakmamak anlamına gelmez mi?

Sanatçı sanatını doğru yapan mı doğru ideolojik adımları atan mıdır?

Zincirler kırıldı, peki şimdi ne olacak?

Ayasofya Camii’nin ibadete açılması ve cami kimliğini tekrar kazanması hepimizi çok sevindirdi. Yıllarca zincirler kırılsın sloganları atıldı ve büyük mücadeleler verildi. Sonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlandı.

Ayasofya fethin sembolü olduğu kadar Fatih Sultan Mehmet’in hoşgörüsünün ve tarihi mirasa duyduğu saygının da timsalidir. Zincirleri kırmak bir zafer sarhoşluğuna sebep olmasın. Ayasofya hep bizimdi. Önemli olan bizlere kalan bu mirası nasıl ayakta tuttuğumuz değil mi? Bu yapının tarihini anlatmak, bu yapıyı anlatan sanat eserleri ortaya koymak da değil midir mirasa sahip çıkmak? Ayasofya’ya layık olabilmek dileğiyle…